Çağrımız!
HDP Diyarbakır İl Başkanlığı binası önünde eylem yapan Hacire Akar evlâdına kavuşunca, diğer aileler umutlandı.
Ne garip bir durum, ne yaman çelişki:
Anneler, babalar terör örgütünün elindeki evlâtlarını, bir “parti”den istiyorlar!
Örgütün uzantısı olduğunu kabul etmekte sakınca görmeyen bir partinin sadece birinci derecede etkili olduğu bölgede değil…
Memleketin her yanında...
“Müjdelenmiş Şehir” İstanbul’da bile…
“Kazananı” belirleyecek denli oy oranına sahip olması çok ciddi bir durum.
Daha da ciddi bir sıkıntı:
“Cumhuriyetimiz”in kurucusu olmakla övünen yapıdaki belirgin simaların, bu zihniyetle yan yana görünmekte hiçbir sakınca görmemesi…
“Çerçeveye” şöyle bir baktığımızda, sıkıntının büyüklünü net bir şekilde idrak ediyoruz.
“Müttefik” denilen ABD ile “güvenli bölge” işinin “lafta” kaldığı, Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından açıklanınca, bizim için “güvenli” bir yerin olmadığını…
“İdlib Oyunu” ile de karşı karşıya kalınca “kimseye güven duyulamayacağını”, çekişiyormuş gibi görünenlerin birbirlerinden pek de farklı olmadıklarını iyice görmüş bulunuyoruz…
Ne yapacağız bu durumda?..
Sayın Cumhurbaşkanı, dün de sınır ötesinde kendi göbeğimizi kendimizin keseceğimizi
ilân etti…
Bir de…
“Suriyeli mazlumlara sahip çıkan bir ülke olarak kapıları açmak zorunda kalabileceğimiz” yönünde uyarılarda bulundu.
Türkiye sınırları açarsa Batı’yı
Suriyeli basar!..
Bunu yapmanın kolay olmadığı ortada…
Memleket ekonomisinin sarsılmaması, hane halkının geçim sıkıntısının artmaması ve dolasıyla siyasi istikrarın zarar görmemesi şart.
Hayırlısı.
Türkiye bıçak sırtında…
Her şey bıçak sırtında ve annelerle babalar,
“il başkanlığı”ndan dağa kaçırılmış evlâtlarını istiyor…
Aileler istiyor ve Sayın Cumhurbaşkanı da, bu eyleme desteğini açık bir şekilde ilân ediyor…
Tam da bu noktada…
Evet, “çağrı”mıza geliyorum:
Anadolu’nun doğusundaki, batısındaki, kuzeyindeki güneyindeki, ortasındaki nice
“yerli ve milli etiketli” sivil toplum örgütünü yönetenlerin, Diyarbakır’a gidip evlatlarını isteyen anne ve babalara destek vermesi gerekmez mi?..
Gidenler yok değil ama çok az, çok çok az…
İlgilenenler yok değil ama çok çok yetersiz.
Unutmadan;
Bir tarafta da, “proje” anlayışlar tarafından “kapının önüne konan emekçiler” var…
Onlar da, küçük çaplı desteklerle eylemlerini yürütmeye çalışıyorlar…
Memleketin başında türlü dert…
Bu dertlerle başa çıkabilmenin öncelikli şartı:
“Yerlilik ve millilik” iddiasındaki yapıların memleketin dertli insanlarına “aşkla” sarılması…
Evlâtlarını isteyen anne ve babaların dertleri kimlere, ne kadar dert?..
Evlerine ekmek götürmek için çalışırken kör ideolojik bağnazlıkla işlerinden atılan, ekmeklerinden edilen emekçilerin dertleri kimlere, ne kadar dert?..
Efendim, gelin bu yazıyı da Merhum Nasrettin Hoca’nın meşhur “kayıp anahtar” fıkrası ile
bitirelim…
Bitirelim ki, “anahtarı başka yerde değil, kaybettiğimiz yerde” arama şuuruna erelim..
Buyurunuz, tekrarda fayda var:
Rahmetli Nasrettin Hoca kaybettiği ev anahtarını kapısının önündeki bahçede ararken, komşuları da yardım etmek gayesiyle katılır kendisine.
Saatlerce uğraşılmasına rağmen anahtar bulunamayınca…
Biri der ki:
-Hocam, anahtarı bahçede kaybettiğinizden emin misiniz?..
-Hayır, samanlıkta kaybettim!
-Peki, o zaman niçin samanlıkta aramıyoruz?
-Çünkü orada bulmamız imkânsız!
Fıkradan mülhem:
Anahtarlarımızı yüreklerimizde mi kaybettik acaba?
Ararsan bulursun, mesele bulmak için aramakta.