Çağın tüfeği
Bu yazı mensubu bulunduğumuz habis çağın kültür sözcülerine, vakar işçilerine, emek timsallerine, fazilet ve ilim sevdalılarına ithaf edilmiştir…
Şu sıralar atasözlerinin kültür ve sanat hayatımızda ne derin
boşluklara hitap ettiğini daha fazla düşünür oldum. Büyük bir kısmı kitaplardan
mahrum ve belki okuryazarlıktan uzak o çalışkan büyüklerimizin nasıl muazzam
bir gözlem yetisi ile psikolojiye bu denli hâkim olabileceklerini kavramaya
çalıştım. Bir sehli mümteni gibi dursa da sosyolojinin, felsefenin,
psikolojinin, kişisel gelişim ve enerji çalışmalarının yüzlerce sayfa ile izah
edebilecekleri bu kalıp ifadeler, üzerinde ısrarla tefekkür edilmeyi hak eden
devasa bir içeriğe sahipler. Zaten, bugün yazılanlar da geçmişte söylenmiş
olanların bir şerhi durumunda değil mi? “Acı patlıcan kırağı çalmaz”, “Denize
düşen yılana sarılır.”, “Üzüm üzüme baka baka kararır.”, “Bana arkadaşını söyle
sana kim olduğunu söyleyeyim.”, “Besle kargayı oysun gözünü”, “Laf ile peynir
gemisi yürümez.”, “Boş çuval ayakta durmaz.”, “İt ürür, kervan yürür.”, “Mazlumun
ahı yerde kalmaz.”, “Güzelin düşmanı çok olur.”, “Kork Allah’tan korkmayandan”.
Dilden dile, nesilden nesle aktarılan, kapladığı alan
itibariyle küçükse de ciltlerce kitaba tekabül edecek olan muhteşem
atasözlerimizin yanında bir de Yunus Emre, Karacaoğlan, Köroğlu gibi abide
şahsiyetlerden süzülen ve dilimize bir motif güzelliği ile yerleşen ifadeler
var. Bu yazının çıkış noktası da “Benden
selam olsun Bolu beyine” ile başlayan o muazzam Köroğlu şiirinin “tüfek icat oldu mertlik bozuldu.”
dizesidir. Değil mi ki kendini yetiştirme ve manen ileri taşıma gibi bir derdi
olmayan kimselerin içinde ne kadar hastalık, bozukluk, edep ve hayâdan nasip
almamış söz grubu varsa insan icadı olan teknoloji vesilesi ile ortaya döküldü,
aşikâr edildi. Değil mi ki kalbin ve karakterin bir aynası durumuna gelen ve
doğruluğuna bakılmaksızın her haberi pazarlama derdinde olan basın ve yayın
organlarıyla sosyal mecralar da bu duruma ayna tuttu. Kolaylığın olduğu yerde
ucuzluk vardır. Ucuzluğun olduğu yerde direniş yoktur. Direnebilen kimselerin
direnişini kırmak isteyenler vardır. Dolaylı bir anlatıma müracaat etmeden,
lafı eğip bükmeden yazacağım. Toplumun çok az bir kısmı Allah’ın bahşettiği
duyum ve kabiliyetleri bir emanet şuuru ile taşıma ve kendi çabası ile
yürüyüşünü inşa etme derdinde. Toplumun çok az bir kısmı kalabalıkları
karşısına alma pahasına onların söylediğini söylemememe, yaptığını yapmama
davası içinde. Kendi emeğini küçümsemeyen ve çilesi ile onu aziz kılan izanlara
bakıldığı zaman orada bir ışık olduğu fark edilir. Ben gayretin ve sırtını
Hâlık’a dayamanın bir yansıması durumundaki bu ışığı Allah’ın nuru ile izah
edebiliyorum. Yazık ki çalışan ve kendini gerçekleştirme gayretinde olan
azınlık, kendisiyle bile kavgalı kalabalık içinde ışığını muhafazaya çalışıyor.
Artık insanların omuzlarına basarak yükselen, muhatabına potansiyel araç
nazarıyla bakan, emek ve ruh hırsızlığı yaparak, insanların iyi niyetini suiistimal
ederek bir yerlere gelen kimselerin savaşı dürüstlük, erdem, edep gibi
meziyetlere yöneldi. Bu bağlamda huzursuz ve dolayısıyla mutsuz pek çok kimseyi
bir talan içerisinde görmek mümkün... Çünkü inşa ve icranın olmadığı yerde
yıkma politikası vardır. Üstelik insanın sahip olduğu enerjiyi hayra kullanan
bir tutum içine girmesi de yüksek bir irade gerektirir. Kargaşa ve bozgunculukta
yarışmak, seviyeyi yukarı çekmek için verilen mücadeleden daha kolaydır. Kötülüğün destekleyip beslediği kimselerin, alın
terinden; doğruluk, dürüstlük ve mertlikten rahatsız olmaları, yolunda yürüyen
insanlara çelme takma gayretine girmeleri sosyal mecralar vesilesiyle daha
basit ve okunur bir hâle geldi. Sosyal mecralar. Yani çağın tüfeği. İğne ile
kuyu kazarcasına kurulan arkadaşlık ve dostlukların emek harcanmadan, dedikodu kültürü
üzerine tesis edildiği, kolaylıkla da tüketildiği zemin. Ses ve renklerin,
doğru ve yanlışın birbirinden ayırt edilemediği, boşluklara fırlatılan çığlıkların
karşılık bulduğu ortam. Sinsinin bilek kuvvetiyle yenemediği yiğidi alt etmek
için bin bir dalaveresine geçit sağlayan mecra. Yine de dünyanın bir adalet
döngüsü olduğuna inanmak rahatlatıyor insanı. Ali Şeriati’nin “Sizi rahatsız
etmeye geldim.” söylemini çok severim. Çünkü her ortamda kendini aşikâr eden bu
seviye zıtlığının da bir yaşam belirtisi olduğunu hatırlatır bana.
Elbette fikrin ve küfrün cengi insanlık tarihi kadar
eskidir. Ancak sosyal alanların şuursuzca kullanımından sonra bu iki kavramın
ayrımı lâyıkıyla gerçekleştirilemiyor. Yani
kimin küfrün, kimin fikrin safında olduğu bu uğultu içinde fark edilemiyor. Sağlam
bir arka plan oluşturamayan ve ilmiyle, seviyesiyle, duruşu ile muhatabını alt
edemeyen kimse, eksiğini kapatabilmek adına hileye müracaat ediyor. Sığ insan mütemadiyen
dışına yatırım yapmanın iç dünyasındaki boşluğu örttüğünü düşünüyor. Bu dipsiz kuyuya çığırtkan ses bırakanlar
kervanı büyüyor. Ancak kuyunun da bir
mimarı ve bekçisi olduğu unutuluyor. Kendini niteliksiz kalabalıkların ve
düzeysiz ilişkilerin varlığı üzerinden ortaya koyan ve çağın tüfeğine güvenen
kimseler bilmelidir ki bilgi kelime oyununa, eylem söze, irade ve emek arkası
boş vaatlere, mızrak çuvala daima galip gelir. Değil mi ki göz alabildiğince
yaşanan bu karışıklık da mutlak bir varlığın denetimi altındadır ve değil mi ki
o mutlak denetimin olmadığını düşünenler için bile bu dünyanın bir adalet
mekanizması vardır.
Selam ile.