Dolar (USD)
35.15
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2964.56
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
21 Haziran 2021

​Çağın tüfeği

Bu yazı mensubu bulunduğumuz habis çağın kültür sözcülerine, vakar işçilerine, emek timsallerine, fazilet ve ilim sevdalılarına ithaf edilmiştir…

Şu sıralar atasözlerinin kültür ve sanat hayatımızda ne derin boşluklara hitap ettiğini daha fazla düşünür oldum. Büyük bir kısmı kitaplardan mahrum ve belki okuryazarlıktan uzak o çalışkan büyüklerimizin nasıl muazzam bir gözlem yetisi ile psikolojiye bu denli hâkim olabileceklerini kavramaya çalıştım. Bir sehli mümteni gibi dursa da sosyolojinin, felsefenin, psikolojinin, kişisel gelişim ve enerji çalışmalarının yüzlerce sayfa ile izah edebilecekleri bu kalıp ifadeler, üzerinde ısrarla tefekkür edilmeyi hak eden devasa bir içeriğe sahipler. Zaten, bugün yazılanlar da geçmişte söylenmiş olanların bir şerhi durumunda değil mi? “Acı patlıcan kırağı çalmaz”, “Denize düşen yılana sarılır.”, “Üzüm üzüme baka baka kararır.”, “Bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyeyim.”, “Besle kargayı oysun gözünü”, “Laf ile peynir gemisi yürümez.”, “Boş çuval ayakta durmaz.”, “İt ürür, kervan yürür.”, “Mazlumun ahı yerde kalmaz.”, “Güzelin düşmanı çok olur.”, “Kork Allah’tan korkmayandan”.

Dilden dile, nesilden nesle aktarılan, kapladığı alan itibariyle küçükse de ciltlerce kitaba tekabül edecek olan muhteşem atasözlerimizin yanında bir de Yunus Emre, Karacaoğlan, Köroğlu gibi abide şahsiyetlerden süzülen ve dilimize bir motif güzelliği ile yerleşen ifadeler var. Bu yazının çıkış noktası da “Benden selam olsun Bolu beyine” ile başlayan o muazzam Köroğlu şiirinin “tüfek icat oldu mertlik bozuldu.” dizesidir. Değil mi ki kendini yetiştirme ve manen ileri taşıma gibi bir derdi olmayan kimselerin içinde ne kadar hastalık, bozukluk, edep ve hayâdan nasip almamış söz grubu varsa insan icadı olan teknoloji vesilesi ile ortaya döküldü, aşikâr edildi. Değil mi ki kalbin ve karakterin bir aynası durumuna gelen ve doğruluğuna bakılmaksızın her haberi pazarlama derdinde olan basın ve yayın organlarıyla sosyal mecralar da bu duruma ayna tuttu. Kolaylığın olduğu yerde ucuzluk vardır. Ucuzluğun olduğu yerde direniş yoktur. Direnebilen kimselerin direnişini kırmak isteyenler vardır. Dolaylı bir anlatıma müracaat etmeden, lafı eğip bükmeden yazacağım. Toplumun çok az bir kısmı Allah’ın bahşettiği duyum ve kabiliyetleri bir emanet şuuru ile taşıma ve kendi çabası ile yürüyüşünü inşa etme derdinde. Toplumun çok az bir kısmı kalabalıkları karşısına alma pahasına onların söylediğini söylemememe, yaptığını yapmama davası içinde. Kendi emeğini küçümsemeyen ve çilesi ile onu aziz kılan izanlara bakıldığı zaman orada bir ışık olduğu fark edilir. Ben gayretin ve sırtını Hâlık’a dayamanın bir yansıması durumundaki bu ışığı Allah’ın nuru ile izah edebiliyorum. Yazık ki çalışan ve kendini gerçekleştirme gayretinde olan azınlık, kendisiyle bile kavgalı kalabalık içinde ışığını muhafazaya çalışıyor. Artık insanların omuzlarına basarak yükselen, muhatabına potansiyel araç nazarıyla bakan, emek ve ruh hırsızlığı yaparak, insanların iyi niyetini suiistimal ederek bir yerlere gelen kimselerin savaşı dürüstlük, erdem, edep gibi meziyetlere yöneldi. Bu bağlamda huzursuz ve dolayısıyla mutsuz pek çok kimseyi bir talan içerisinde görmek mümkün... Çünkü inşa ve icranın olmadığı yerde yıkma politikası vardır. Üstelik insanın sahip olduğu enerjiyi hayra kullanan bir tutum içine girmesi de yüksek bir irade gerektirir. Kargaşa ve bozgunculukta yarışmak, seviyeyi yukarı çekmek için verilen mücadeleden daha kolaydır. Kötülüğün destekleyip beslediği kimselerin, alın terinden; doğruluk, dürüstlük ve mertlikten rahatsız olmaları, yolunda yürüyen insanlara çelme takma gayretine girmeleri sosyal mecralar vesilesiyle daha basit ve okunur bir hâle geldi. Sosyal mecralar. Yani çağın tüfeği. İğne ile kuyu kazarcasına kurulan arkadaşlık ve dostlukların emek harcanmadan, dedikodu kültürü üzerine tesis edildiği, kolaylıkla da tüketildiği zemin. Ses ve renklerin, doğru ve yanlışın birbirinden ayırt edilemediği, boşluklara fırlatılan çığlıkların karşılık bulduğu ortam. Sinsinin bilek kuvvetiyle yenemediği yiğidi alt etmek için bin bir dalaveresine geçit sağlayan mecra. Yine de dünyanın bir adalet döngüsü olduğuna inanmak rahatlatıyor insanı. Ali Şeriati’nin “Sizi rahatsız etmeye geldim.” söylemini çok severim. Çünkü her ortamda kendini aşikâr eden bu seviye zıtlığının da bir yaşam belirtisi olduğunu hatırlatır bana.

Elbette fikrin ve küfrün cengi insanlık tarihi kadar eskidir. Ancak sosyal alanların şuursuzca kullanımından sonra bu iki kavramın ayrımı lâyıkıyla gerçekleştirilemiyor. Yani kimin küfrün, kimin fikrin safında olduğu bu uğultu içinde fark edilemiyor. Sağlam bir arka plan oluşturamayan ve ilmiyle, seviyesiyle, duruşu ile muhatabını alt edemeyen kimse, eksiğini kapatabilmek adına hileye müracaat ediyor. Sığ insan mütemadiyen dışına yatırım yapmanın iç dünyasındaki boşluğu örttüğünü düşünüyor. Bu dipsiz kuyuya çığırtkan ses bırakanlar kervanı büyüyor. Ancak kuyunun da bir mimarı ve bekçisi olduğu unutuluyor. Kendini niteliksiz kalabalıkların ve düzeysiz ilişkilerin varlığı üzerinden ortaya koyan ve çağın tüfeğine güvenen kimseler bilmelidir ki bilgi kelime oyununa, eylem söze, irade ve emek arkası boş vaatlere, mızrak çuvala daima galip gelir. Değil mi ki göz alabildiğince yaşanan bu karışıklık da mutlak bir varlığın denetimi altındadır ve değil mi ki o mutlak denetimin olmadığını düşünenler için bile bu dünyanın bir adalet mekanizması vardır.

Selam ile.