Çağın sorgulamaları Dost muhakemesi…
‘‘Kişi sevdiğiyle beraberdir.’’ Diye buyurur Hz. Peygamber. İnsan nerede olursa olsun, kimle olursa olsun sadece sevdiği insanla beraberdir. Yiğitleri seversek yiğitlerle, namertleri seversek namertlerle beraber olmuş oluruz. ‘‘İnsan muhabbet duyduğu kişinin kaderinden pay alır.’’ Kişi kime muhabbet duyarsa ona benzer, onun gibi olur, onun gibi davranır, onun davranışlarından paylanr. Makam veya madde hırsıyla dolu olanlarla oturduğunuzda siz de bu hırsla tutuşursunuz. Muhabbet fedaileriyle oturduğunuzda, gönül ehli birinin sohbetine dahil olduğunuzda aynı duyguları yaşamak istersiniz.
Şunu önermek gerekir ki; insan dostunu çok iyi seçmeli, özenle, kuyumcu işçiliği, gönül hassasiyetiyle seçmeli. Samimiyetsiz kifayetsiz yüz arkadaşın olacağına, üç hasbi dostun olsun hakikaten kâfi. İsmet ÖZEL der ki: ‘‘Size tavsiyem şudur ki; tavsiyeler kulak asmayın.’’ Naçizane biz de şunu tavsiye edebiliriz ki; belki de dünya darında en mühim meselelerden biri şu ki: Sizi şu fanilik diyarında mutlu edecek dostunuzu, arkadaşınızı iyi seçmezsiniz, hesabi olanla hasbi olanı ayır edemezseniz, ebedi diyarın kalıcı saadetini yakalamak çok zor olur.
Menfaatin din diye bellendiği şu modern popüler çağda, insan insana hasretken, insan insanı beş kuruşa satılığa çıkarırken nasıl erebilir ki bahse konu olan dosta ulaşmayı. İnsanı nasıl seçmeli, dostumuzu dost olmayandan nasıl ayırt edebiliriz. Bunu tercihlerimiz belirler. Kimisi kale gibi sağlam insan olmayı, kimisi kale gibi evlerde yaşamayı tercih eder. Madde veyahut mana. Kim neye talipse o istikamette gayret eder. Duyguları yitirilmiş şu çağın, nefislere köle olunmuş bu çağın insanının tek tesellisi ‘‘acaba yarın işim düşer mi’’ diye endişe ettiği kaygıdan ötürü, deyim yerindeyse ‘‘ayıya dayı demesi’’ tam tamına bir tercih meselesidir…
‘‘Bir gönül ehline mürit olmak, padişahların başına taç olmaktan iyidir.’’ Diyen bir mütefekkirin bu sözü bugün nerede, hangi kıymeti görür. Tam anlamıyla bir yitikliğin çağı. Menfaat çağı. En yüce duyguların bile kıymet görmediği, madde menfaati için azın çoğa tercih edildiği, hakikatin bâtına tercih edildiği, insani olana dair ne varsa maddeye mağlup edildiği bu kısır beklentiler çağında nasıl mutlu olsun ki insan. Mutlu olmuyorsa insan, bunları sorgulamak gerekmez mi.
Sorgulamalara bir yerden başlamak gerekmez mi. Ne olduğumuza ve ne olmadığımıza, kimle oturup kalktığımıza, ne yaptığımıza ve ne yapmadığımıza, neyi tercih ettiğimize ve neyden vazgeçtiğimize, nasıl göründüğümüze ve hakikatte nasıl olduğumuza, ‘‘Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol’’ sözünü nasıl sahiplendiğimizi veya bu düstura nasıl muhalefet ettiğimizi düşünmek, fark etmek gerekmez mi…