Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
23 Temmuz 2019

Çağımızın Mus''ab''ı Musa Bangura

İslâm’ın ilk günleri... Mekke’deki zorlu günlerin çilekeşlerinden birisi de Cafer b. Ebi Talip. Çaresizliğe çare bulmak için muhacirlerle Habeşistan yolunda... Onlara dünyayı dar etmek isteyenler de peşinde... Kureyş’in elçisi olarak Amr b. As, Habeşistan Hükümdarı Necaşi ile görüşecek, Mekke’yi terk etmiş ve bu ülkeye sığınmış Müslümanların sınır dışı edilmesini ve Mekke’ye gönderilmesini isteyecekti.

Müslümanlar Habeş Hükümdarı’nın huzuruna çıktıklarında bir tarafta Kureyş elçileri, diğer tarafta ise ellerindeki İncil sayfalarıyla hazır bekleyen din adamları vardı. Görevliler huzura çıkan Müslümanlara Necaşi’ye secde etmelerini söylediğinde onlar: “Biz Allah’tan başkasının önünde secde etmeyiz” dediler.

Necaşi’nin bu davranış karşısında, “Siz benim dinime ya da başka bir milletin dinine girmediniz. O halde sizi kavminizden ayıran, onlarla aranızın açılmasına sebep olan din nedir?” diye sordu.

Müslümanların adına söz alan Cafer b. Ebi Talip(ra), Peygamber Efendimizin amca oğlu ve ilk Müslümanlardandı. O bu soruya şu muhteşem cevabı verdi:

Ey Hükümdar!.. Biz cahiliye zihniyetine sahip bir kavimdik. Kız çocuklarını diri diri toprağa gömer, insanlık dışı bütün kötülükleri yapardık. Biz bu halde iken Allah(cc) bizim içimizden asil soylu, güvenilir, iffetli olarak bildiğimiz birini peygamber olarak gönderdi. O, bizi bir olan Allah’a inanmaya ve yalnızca O’na ibadet etmeye çağırdı. Bizi atalarımızın cahiliye adetlerinden ve kötülüklerden kurtardı. Baskı ve zulümler dayanılmaz bir noktaya geldiğinde senin ülkene sığındık...”

Afrika’da İslâmî davetin ilk mürşidi

Hükümdar sordu, Cafer cevapladı. Cafer cevapladıkça hükümdar sarsıldı. Ve kararını verdi: “Benim ülkemde huzur ve güven içinde yaşayabilirsiniz. Önüme altından dağlar bile koysalar, sizden birine zarar veremem…

Allah ve Rasul’ün düşmanları, çağın Nemrut ve Firavunları zulümde sınır tanımamış; saldırılarını, baskı ve tehditlerini denizlerin ardına, kıtaların ötesine taşımışlardı. Allah yolunda her şeyini terk etmiş, tüm korkuları öldürmüş ve meçhule doğru yola çıkmış muhacirler bir gün gelecek, savaş meydanlarında destanlar yazacaktı.

Afrika’da İslâmî davetin ilk mürşidi Cafer b. Ebi Talip idi… İslâmî mücadelenin ilk mimarı... Davetçi kervanıyla bir medeniyet inşa etti. Bir kıvılcımla Afrika’da bir meşale yaktı. Yakılan o meşale hiç sönmedi. Nesilden nesile, çağdan çağa İslâmî davet yürekleri ışıtıp, ısıtıp yankı bulmaya devam etti.

Emperyalistlerin uykusunu kaçıran davetçiler...

Emperyalizmin gezici karakolu “misyonerlik” üzerinden İslâm toplumlarını Hristiyanlaştırma projelerini hayata geçirmek isteyen küresel haydutların başı İngiltere çok uğraştı.

Sömürüye maruz kalan, bağımsızlık mücadelesinin lideri ve Kenya’nın ilk Cumhurbaşkanı olan Jomo Kenyatta’nın şu veciz sözleri her şeyi yalın bir şekilde anlatıyordu: “Onlar geldiklerinde ellerinde İncilleri, bizim elimizde bereketli topraklarımız vardı. Fakat bir zaman sonra baktık ki, onların ellerinde bizim bereketli topraklarımız, bizim elimizde ise sadece onların İncilleri var.”

Hint alt kıtasında Müslüman ulema bu sömürü zulmüne karşı sessiz kalmayarak onurlu bir mücadele verdi. 19. yüzyılın ikinci yarısında Rahmetullah el-Hindî İslâm’ın hakikatını savunmaya başlamış ve bunun sonucunda misyonerlere ağır darbeler vurmuştu. Bir de 20. yüzyılda Afrika’da Hristiyanların uykusunu kaçıran bir diğer İslâm davetçisi Ahmet Deedat vardı. Ve onun 2005 yılında vefat etmesiyle birlikte davet bayrağını Zakir Naik’ler ve Musa Bangura’lar taşımaya başladı.

Nice icazetli âlimlerin, diplomalı aydınların başaramadığı yürek fethinin arkasındaki ruhu ve rüzgârı Musa Bangura’nın şahsında görebilmekteyim” diyor “Davet Yolunda Bir Siyah Bir Beyaz” isimli kitabın yazarı Ramazan Kayan.

Gönül ve ilim ehli bir seyyah...

Ramazan Kayan kim?..

Gönül ve ilim ehli... Seyyar ve seyyah...

Sefere susamış hissi hiç kaybolmayan, uzaklara gitmek, denizler, sınırlar, ülkeler aşmak fırsatı çıktığında yerinde duramayan bir adam.

Kâh imanla yoğrulmuş hasbi yüreklerin arkasına düşen, kâh onların izdüşümlerini gönüllere nakşeden bir davetçi...

Milat gazetesi olarak çıktığımız yolda bize ilk günden beri destek veren... Kelâm ve kalemle kutlu tebliğe hiç fasıla vermeden devam eden...

Okurunun gönül hanesine misafir olup, onun ruhuna dokunan...

Anadolu Platformu Denetleme Kurulu Başkanı Ramazan Kayan; mütevazılığıyla, ensar ruhlu fıtratıyla, azim ve çalışkanlığıyla çıktığı yolda yaptığı işi sadece Allah için yapan ve Allah’a güvenen, Allah’ın kendisine güvenenleri sevdiğini bilen bir kul.

Ramazan hoca, evrenin bir kitap olduğunu bilgisiyle, gezmeyince tekrara düşüp aynı sayfaya takılı kalmak olduğunu yüreğinde taşıyor. Seferin hayat kitabını doğru okumanın eylemi olduğunu, zaferin ise Her Şeyi Yaratan’a ait olduğunu yaşayarak tefekkür ediyor.

Aşk, kalbe düşen en güzel duygu

Fatih Camii’nin cenaze kapısından çıkıp Şehzadebaşı yönüne ilerlerken, en kutlu şifreyle birlikte muhabbetin kapısı açılıyordu. Ayaklarımız Fatih’te yürüyor, fakat biz her adımda tayy-i mekân yapıp Ramazan hocanın mihmandarlığında uçsuz bucaksız coğrafyalara seyahat ediyorduk.

Anadolu Platformu’nun Fatih’teki Akasya Eğitim ve Dayanışma Vakfı’nda çaylar söyleniyor, sohbete eşlik edenler çoğalıyordu.

Söz dönüp dolaşıp tebliğe geliyordu. Mesele tebliği olunca Ramazan hocanın heybesinde birikmiş hâtıratlar birer birer çıkmaya başlıyordu.

Anlattığı şeyin özeti değil, özü “siyah-beyaz aşk”tı. İnsanın kalbine düşen en güzel duygu, bizi var eden şeye duyduğumuz muhabbettir aşk. Ömür boyu peşinden koştuğumuz, fakat bir türlü vuslatına eremediğimiz aşk. Allah aşkı. Aşk sadece O’na mahsustur, gerisi sevgiden ibarettir. Aşk Allah’a güvenmektir; O’nun kendine güvenenleri çok sevmesidir.

Davet Yolunda Bir Siyah, Bir Beyaz

Ramazan Kayan hoca, “Davet Yolunda Bir Siyah, Bir Beyaz” isimli kitabında iki yüreğin yürüyüşünü bizimle paylaşıyor.

Maskesiz, makyajsız…

Yabancılaşmaya direnen, temsil ve tebliğ gücü yüksek iki yürek; Musa Bangura ve Gülseren Gümüş.

Donuk ve durağın davet dünyamıza beyaz bir sayfa açan siyah adam; Musa Bangura… Ezberleri bozan bir azim, beşer sınırlarını zorlayan bir mücadele ile umut ve ufuk sunan; Gülseren Gümüş.

Âlim, aydın, akademisyen, entelektüel kişilerin sergilemesi gereken hikmet ışığı bu iki kişide tezahür etmiş.

İslâm dünyasının en fakir ülkesi...

Çağımızın Mus’ab’ı Musa Bangura’nın rol model hayatına dokunalım önce…

Bu yaşamdan ibretlik kesitin hikâyesi Mahmut Dönmez’in “Hocam, fakir bir ülkeye bir yetimhane yaptırmak istiyorum” demesiyle başladı. Arakanlı Müslümanların çileli mücadelesi gözlerimizin önünden hiç gitmese de, yolumuz Afrika’ya düştü.

Sierra Leone… İsmini ilk defa duyduğum bir ülke…

Sefaletin kalbine doğru bir sefere çıktığımızı yolda ilerlerken gördüğümüz manzaralardan anlıyoruz.

İslâm dünyasının en fakir ülkesi…

Sömürgeden artakalan sadece fitne, iç savaş, sefalet ve zillet…

1961’de bağımsızlığına kavuşan ülkede asker olmayı reddetmiş binlerce gencin elleri ve ayakları kesilmiş… Şimdi bile ülkede binlerce elsiz, ayaksız, sakat insanlarla karşılaşabiliyorsunuz...

Kara Kıta’nın ortak kaderi hâlâ devam ediyor.

Sinmiş ve sömürüye teşne bir ruh hali…

Sierra Leone’de ortalama ömür sadece 40 yıl…

Burada günü kurtardıysan yarın kaygısı yok…

Ülke misyonerlerin kuşatması altında…

Yaklaşık 6 milyon nüfusu olan Sierra Leone’nin yüzde 60’ı Müslüman, yüzde 30’u Hristiyan, yüzde 10’u Animist, yerel kabile dinlerinden…

Boynunda haç işareti olan Müslüman gençler

Burada Müslümanlar önce fakirleştirilmiş, sonra cahilleştirilmiş ve en sonunda da Hristiyanlaştırılmış…

Boynunda haç işareti olan Müslüman gençlerin çokluğu ise ayrı bir vahamet… Mavi ile yeşilin sözlendiği bu güzel ülkede siyah derili, beyaz yürekli insanların arasında ümmet gerçeğini sorgulamadan edemiyor insan.

Kiliseye bağlı 29 tane radyo kanalı bulunan ülkede Müslümanlara ait sadece bir tane radyo var; İslâm’ın Sesi Radyosu.

Kapitalizmin yozlaştırdığı temiz yüreklerle yüz yüzeyiz…

Afrika sınavımız bayramdan bayrama hatırlamakla, kurbandan kurbana gitmekle bitecek bir sınav değil…

Afrika diye bir derdimiz, bir de dersimiz olmalı…

Ümmet olarak Afrika’yı yeniden keşfe muhtacız…

Sierra Leone ismi bol miktarda aslan bulunmasından dolayı “aslanlı dağlar” anlamına geliyormuş…

Yemen’de özellikle gençler arasında bağımlılık yapan “gat” otu ne kadar yaygınsa, burada da “marihuana” o kadar yaygın.

Hayvan misali geviş getirip duruyorlar…

Müslümanları Hristiyanlaştırmaya ahdeden papaz

Fakat bu insanların arasında öyle birisi var ki, onu mutlaka tanımak gerekiyor.

Böylesi zor şartlar altında davet tebliğini yerine getiren Musa Bangura.

Afrika’da bir zenci, pardon bir inci; Musa Bangura…

Musa Bangura’nın yaşı 50 civarında…

Rahipken Müslüman olmuş bir delikanlı…

1964 yılında Hristiyan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş. Adını Mark Muses Bangura koymuşlar… Babası Amerika’da Evanjelist olan bir kuruluşun üyesi, aynı zamanda etkin bir papaz. Kendisi de ilk eğitimini kilisede almış. Daha sonra Amerika’da eğitimine devam etmiş... “Müslümanlar nasıl Hristiyanlaştırılır?..” üzerine 6 ay özel eğitim almış. Aldığı bu eğitimden sonra Sierra Leone’ye misyoner bir papaz olarak dönmüş.

İkna gücü yüksek, azimli ve aktif bir hatip...

Müslümanlardaki eğitim yetersizliği, yoksulluk, dinlerinin bilincinde olmayışları misyoner Bangura’nın işini kolaylaştırıyordu. Müslümanları düşman olarak görüyor, fakat onlara bunu hissettirmeden dostça yaklaşıyordu. Özellikle gençleri hedef alıyor, iyi bir iletişimden sonra İncil’i anlatıyordu. Müslümanlara karşı âdeta Haçlı Seferi ruhu ile hareket ediyordu. İdealinde Afrika’da İslâm’ı sıfırlamak vardı. Çalışmaları CIA’nın bilgisi dahilinde yürütüyordu.

Kilise kendini evlendirmiş, gelebileceği en üst konuma gelmişti.

Fakat kaderin kendisini nereye çektiğinin farkında değildi.

Gördüğü bir rüya ile hayatı değişti

Yine tebliğ için yollara düşmüştü…

Bir gece ilginç bir rüya gördü. Bu rüya Mark Muses’i derinden sarsmıştı. Rüyada, “Pastör Moses!.. Neden insanları yanlış bir yola yönlendiriyorsun? İnsanları neden aydınlıktan karanlığa sürüklüyorsun? İslâm’ın aydınlığına yönel ve insanları karanlıktan aydınlığa çıkar” deniyordu. Rüyasındaki kişi abdest almayı, namaz kılmayı da öğretiyordu.

İslâm’a girerse kurtuluşa ereceğini, ödüllendirileceğini, şayet kabul etmezse hem dünya hem de ahiretini kaybedenlerden olacağını söylüyordu.

Mark Muses korku içinde uyandı. Rüyasında gördüğü kişi insan mı, melek mi, şeytan mı bilemiyordu.

Fakat açık olan bir şey vardı. O da dini değiştirmesi isteniyordu.

Durumu papazlara sordu, fakat ikna edici cevap alamadı.

Psikolojisi sarsılmaya başladı.

Çocukluğunda tanıştığı, geçmişte arkadaşı olan, şimdi de bir camide imamlık yapan Hacı İbrahim’e durumu anlattı.

Böyle güzellik herkese nasip olmaz

Hacı İbrahim, “Ne mutlu sana!.. Sen Allah’ın güzel bir kulusun. Allah hiç kimseyi devreye koymadan, rüya ile seni doğrudan İslâm’a davet ediyor. Hâlâ ne diye bekliyorsun? Niçin Müslüman olmuyorsun? Böylesi güzellik herkese nasip olmaz…” telkininde bulundu.

Fakat kilisenin, topyekûn Hristiyan toplumunun muhalefeti, baskısına karşı tek başına nasıl direnecekti?!.. Üstelik tüm maddi varlığı elinden gidecek, fakir düşecek bütün imkân ve rahatını kaybedecekti.

Bocalıyordu, fakat kalbi İslâm’dan yana ağır basıyordu.

Tekrar imam Hacı İbrahim Kaigbo’ya gitti. Müslüman olmayı düşündüğünü söyledi. İmam ona, “İslâm yüce bir izzettir, kardeşlik ne güzel bir nimettir” telkiniyle kelime-i şehadet getirterek Müslümanlığın kapısından girmesini sağladı.

Artık vesvese, evham ve şüpheden eser kalmamıştı.

Bangura, kendini yeniden doğmuş gibi hissediyordu. Yeni ismi de Musa olmuştu.

Durumu öğrenen babası, “ya önceki dinine dönersin, ya da seni evlatlıktan reddederim” tehditleri savurmaya başladı. Karanlığı savunmada korkmayan Musa, aydınlık savaşında nasıl bekleyebilirdi? Asla dönüşü olmayan bir yola girmişti ve bunun farkındaydı.

Evladım dikkat et, seni yok edecekler!..

Henüz kilisenin, Hristiyan toplumu Musa’nın Müslüman olduğundan haberleri yoktu. Musa da bu durumu İslâm’ın lehine değiştirmeye düşündü. Bir oturuma davet edildi ve oturumu kendisinin yönetmesini istediler. Musa sözlerine, “Artık ben ne rahibim ne de Hristiyan. Ben artık Müslümanım” diyerek başlamasıyla birlikte salon buz kesti. Delilikle suçlayan mı, hakaret eden mi, acıyarak bakan mı ne ararsanız var.

Fakat ne olursa olsun o artık bir Müslümandı. Müslüman kimliğiyle eşini ve çocuklarını İslâm’a davet etmesi ve onların bunu kabul etmemesi yeni bir imtihanın ve ayrılığın kapısını araladı. Artık yanında hanımı ve çocukları yoktu. Kilisenin aldığı kararla evine, arabasına, eşyalarına, parasına ve maaşına el kondu.

Bu zor günlerde ona yardım eden bir kişi vardı. O da annesiydi. Hem maddi yardımda bulunuyor hem de, “Evladım dikkat et, seni yok edecekler!..” diye sık sık uyarıyordu.

Musa, yalnızdı fakat yorgun ve yılgın değildi

Musa, bu süreci fırsat bilerek Şeyh Mustafa’dan İslâm’ı ve Kur’an’ı öğrendi. Tam 6 ay gizlenmek ve İslâm’ı ilimleri öğrenmekle meşgul oldu.

Hristiyanlar onu takip ve tehdit etmekten vazgeçti. Artık önü açılmıştı.

Şimdi davet zamanıydı. Yoksuldu, yalnızdı fakat yorgun ve yılgın değildi. Yüreği kıpır kıpırdı. Yeni bir mücadelenin eşiğindeydi.

Fakir olmasına rağmen borç harç bir motosiklet aldı. Bununla tebliğ için yollara düştü. Bir kişinin hidayetine vesile olmanın dünyalara beden olduğunu öğrenmişti. Vaazlar, seminerler, tartışma programları dolu dolu geçiyordu. Müslümanlara da, Hristiyanlara da anlatacakları vardı.

Papazları halkın huzurunda düelloya davet etti

Birçok insanın Hristiyan olmasına sebep olmuştu. Şimdi de İslâmî kimliğiyle aynı insanları İslâm’a davet etmek için gayret sarf ediyordu. İlk etapta 37 kişinin Müslüman olmasına vesile oldu. Motosikletiyle köy, kent ve kasabalar arasında koşuşturuyordu.

Afrika’da Müslümanlarla Hristiyanlar arasında geçmişe uzanan bir gelenek vardı. Papazlarla, İslâm davetçileri arasında gerçekleşen düellolar… Musa papazları halkın huzurunda düelloya davet etti. Onlar Musa’yı yenerse Musa tekrardan Hristiyan olacak, şayet Musa onları yenerse onlar Müslüman olacaktı.

Bu geleneği çok eski dönemlerde Hristiyanlar başlatmış.

Stadyumlarda veya halka açık alan ve salonlarda insanlara bir hafta öncesinden Hristiyan ve Müslümanlara duyuru yapılıyordu. Şu gün, şu saat şu şahısla şu şahıs tartışacak deniyor. Halk da o gün orada toplanıyordu. Düelloyu kaybeden diğer tarafa geçiyordu.

Kim Allah için olursa, Allah’ta onun için olur

Musa’ya bu münazara yönteminin risk olduğu söylendiğinde, o “kim Allah için olursa, Allah’ta onun için olur. Biz Allah’a güvenirsek, Allah bizi yolda bırakmaz, yalnız bırakmaz” diyerek tereddüde mahal olmadığını beyan ediyordu.

İşte iman, ihlâs budur.

Tepeden tırnağa bir iman abidesi...

Tevekkül ve teslimiyetin doruğunda gezinen bir yürek...

Bu dönemde başkent Freetown’da katıldığı 16 düelloyu Rabbinin izniyle kazanmış.

18 yıllık davet ve gayretinin bereketi ülkenin her yerinde kendini göstermiş, bu süre zarfında İslâm’la şereflenen papaz sayısı 613 kişiye ulaşmıştı. Hristiyan ve diğer gayrimüslim halktan İslâm’ı tercih edenlerin yekûnu 5115’e bulmuştu.

Bu dönemde ayrıca fuhuş bataklığına sürüklenen 32 kadının hidayetine vesile olmuştu. Bu işin havası, cakası, fiyakası yoktu; sadece insanlara faydalı olmanın sorumluluğu ve huzuru vardı.

Asbah-ı Suffe’nin asrımıza yansıyan izdüşümü...

Musa Bangura, davetin engel tanımadığına örneklik eden rol model...

Hidayetin sadece Allah’tan olduğunu gayet iyi bilen bir kul...

Dua, nafile oruç ve görevine odaklanan bir adam...

Sanki Dar-ül Erkam’ın, Asbah-ı Suffe’nin asrımıza yansıyan izdüşümü...

Tebliğ, tevazu ve takva ile mayalananınca kapalı kapılar ve kalpleri açmak zor olmuyor.

İsarın, insafın, ihsanın, infakın, iyiliğin insanlığın tüm güzelliklerinin ikram edildiği siyah tenli sâlih kullara imrenmemek mümkün değil. İçinde bulunduğumuz dünyanın şaşaa, şatafat, konfor, lüks ve israfından iğrenmemek de.

Bize düşen sadece davet ve gayret

Yıllarca motosikleti ile dere, tepe, köy, kent demeden davet çalışmalarını büyük bir aşkla sürdüren Musa, sürekli yeni açılım ve atılımların peşinde koşuyor. (Artık İHH’nın yardımı sayesinde artık motosikletten taksiye terfi etmiş bulunuyor.) Bize düşen sadece davet ve gayret. Gayret bizden, tevfik Allah’tan.

Bazen yolda ilerlerken başınıza bir kaza gelir, arabanız yoldan çıkar. Çığlık atmaya, feryat etmeye bile fırsat bulamazsınız. Tıpkı Ramazan Kayan hoca ve arkadaşlarının Afrika’nın balta girmemiş ormanlarında yaşadığı olay gibi… Ölü bir araçtan diri çıkmak da Allah’ın takdiri; emaneti teslim etmek de…

İyilik yolunda iyi bir uyarı, hayat ile ölüm arasında ince bir çizgi…

Hayr için yaşasın ölümü öldüren ölümlülerin çocuğu…

16974 kişinin hidayetine vesile oldu

Musa Bangura’ya yönelik tehdit, taciz, hatta öldürme teşebbüsleri, suikast girişimleri devam etse de o kutlu yoluna devam ediyor…

O âdeta çağdaş bir Musab bin Umeyr gibi…

Onun çilesi bizim çilemiz, onun derdi bizim derdimiz…

Musa kara Afrika’da İslâm’ın yüz akı…

Bu arada Sierra Leone’de yetimler ve yoksullar için gerekli girişimler yapılıp mesele vuzuha kavuşturuluyor.

Hikmet müminin yitiği…

Ölümüne davet…

Ölünceye kadar davet…

Güneş batıdan doğuncaya kadar davet…

Hayat; Allah’ı anlamak, anlatmak ve O’na adanmaktır.

Musa Bangura gibi…

İman varsa, imkân vardır. Hidayetin Allah’tan olduğuna inanılarak çıkılan yolda 16974 (on altı bin dokuz yüz yetmiş dört) insanın İslâm’la şereflenmesine vesile olmaktan daha güzel ne olabilir ki?..

İmanın zirvesindeki Bilâlvari bir siyahînin kölelikten özgürlüğe yürüyüşünü burada noktalarken, inşallah yarın bir beyazın aşk yolculuğuna eşlik etmeye gayret edeceğiz.