Çağdaşlık mı, Kanal İstanbul mu?
Laikçi kesimin en iddialı söylemleri “çağdaş” ve “ilerici” olmaktır.
Peki, gerçekten böyle midirler?
Yeniliklere açıklar mı, yoksa “çağdaş”lık ve “ilerici”lik, kof birer iddia mı?
Aşağıdaki tabloda Osmanlı’nın son yüzyılı ile Cumhuriyet’in ilk yüz yılında dünyadaki keşif, icat ve yeniliklerin ülkemize ulaşma hızı görülmektedir.
Beklenenin aksine, Cumhuriyet dönemi, yeniliklerin, icat ve keşiflerin, ülkemize
aktarılmasında, Osmanlı’nın son yüzyılına göre, daha tutuk, daha yavaştır.
Yaygaranın tersine, sahada
bir ilericilik ve çağdaşlık
görülmemektedir.
Tabloda görülüyor ki;
yeniliklerin ve icatların ülkemize ulaşmasındaki gecikmeler, ülkemiz aleyhine gittikçe ivme kazanıyorlar.
Bu gecikmelerin, başat aktörü
“ilerici-çağdaş” kesimlerdir.
Bu kesimler, vaktiyle, Keban Barajına da var güçleri ile karşı
çıkmış, “bunca elektriği toprağa mı
vereceğiz!” diye kıyametler koparmış, yeri göğü inletmişlerdi.
O direnme günlerinin hemen
akabindeyse, elektrik sıkıntısına düştüğümüz için, uzun yıllar Bulgaristan’dan
elektrik almak zorunda kalmıştık.
İlericilik,
aynen böyle ileri(!) görüşlü
olmaktır.
1970’lerde “Boğaziçi Köprüsü” yapılırken “ilerici- çağdaş” kesimler aleyhte
kampanyalar düzenlemişlerdi. Elebaşları, CHP’nin ünlü Maliye Bakanlarından ekonomi profesörü Besim Üstünel’di.
Üstünel, “Köprü akıl ve hesap işi değildir” diyordu.
Hoca, ekonomi profesörüydü ve
hesabı Kılıçdaroğlu gibi pek kuvvetliydi!
Laikçiliğin
kadim tekkelerinden Mimarlar Odası, derhal mutat fetvalarından birini
yayınlamıştı; “Boğaziçi Köprüsü, Türkiye
ve İstanbul’un başına gelen en büyük felâkettir.”
Yazar
Demirtaş Ceyhun, “Köprü, her geçen gün
toplum bünyesinde korkunç tahribat açacağı bilimsel olarak tespit edilmiş bir projedir” ferman etmişti.
Laikçiler
için “akıl” ve “bilim” iştebuydu.
İlhan
Selçuk, “Bu köprüyle ne biz
övünebiliriz, ne çocuklarımız; köprü, zenginlere yarayacaktır” demekteydi.
Cumhuriyet yazarı Nadir Nadi “Bu köprü sağcıların köprüsüdür. Boğaziçi
Köprüsü kel başa şimşir taraktır” buyurmuştu.
Hasan Pulur, patolojik bir
egoyla Devletin Başbakanını ve köprüyü tiye alıyordu; “Hökümat Estanbole asma körpi yapıyir... N’olcek yani?
Va mı itirazınız?”
Bu
ülkede; köprüler, barajlar, nükleer
santraller, otoyollar, İHA ve SİHA’lar, yakında yollarda göreceğimiz yerli otomobil, “çağdaş”larla didişe
didişe, tüm “ilerici” engellemelere rağmen yapılabilmiştir.
Bunların,
doğalgaz rahatlığı batanlarından, tozutup “tüp
gaz kuyruğunu özlüyoruz” diyenleri bile çıkmıştır.
Gezi
kepazelerinin elebaşları, Ankara’ya gittiklerinde, yeni havaalanı, yeni köprü, nükleer santraller, Kanal İstanbul’un durdurulmasını
istemişlerdi.
Dünyada
50’den fazla ülkede kanal var. Bizim “İlerici-Çağdaş”ların
suflörü Almanya’nın sayısız
kanalları bulunuyor.
Çin’de,
taa 1.000 yıllarında yapılmış, 1.000
km uzunluğunda kanal görmüştüm.
Biz ise
2.000’li yıllarda kanal yapmaya kalkıyoruz, çağdaş ve ilerici bir tekme geliyor.
Keşif
ve icatların, yeni teknolojilerin ülkemize taşınmasına karşı atılan “ilerici ve çağdaş” çelmeler, hem trajik,
hem ironiktir.
“İlerici ve çağdaş” lejyonerler, yüzlerinde “çevre” ve “yeşil” maskeleriyle “Kanal
İstanbul”a şövalye kılıçları sallıyorlar.
Cumhuriyet
dönemindeki tüm yenilikler, Menderes,
Demirel, Özal, Erdoğan gibi “yerli
ve milli” liderlerce yapıldı.
Demirel,
politik hayatının son demlerinde ilericiliğe iltihakla, çağdaşlığa
intisap ve biat ettirilmişti.
Belli
ki, Demirel, Galilei gibi,“dünyanın dönmediği”ni kabule zorlanmıştı.
Millet
ise her seçimde “dünya dönüyor”
diyor!