Büzüşme Senaryosu
Evren genişlerken dünya büzüşüyor. Büzüşme her şeyi birbirine yaklaştırıyor. Birbirine yaklaşan her şeyin sınırları birbirine karıştırıyor, mesafeler ortadan kalkıyor. Varlık ile yokluk, iyilik ile kötülük, güzellik ile çirkinlik, doğruluk ile yanlışlık, hata ile sevap, geçmiş ile şimdi sınırlarını yitiriyor, birbirinin içinde kayboluyor, kendine özgü hususiyetleri buharlaşarak görünmezleşiyor. Türler, cinsler, mahiyetler, nesneler, oluşlar, olgular bir kaos ortamındaymışçasına çorba misali aynı potanın içinde çalkanıyor, birbirine karışıyor, ucube halitalar olarak kimliksizleşiyor. Dünyanın tadının kaçmasında biraz da bu büzüşme, bu büzüşmeden kaynaklı mesafe yitimi ve her bir şeyin kendine özgü kimliği yitirmesinin büyük payı var. Yazık ki bütün bunlar arasında, bütün bu karışımlar arasında insan da kendi payını alıyor, o da olması gerektiği seviyenin gerisine çekilerek küçülüyor.
Zaman büzüşüyor ve geçmiş ile gelecek şimdide toplanarak seyyaliyetini yitiriyor, an mazi ile istikbalin hemotumuna dönüşerek bir nevi acı veriyor. Kolektif olarak mevcut kültürel üretimler geleneğe kısa devre yaptırarak kendini, sadece kendini, mevcudu öne çıkarıyor. Şimdilerde büsbütün körelen hafızalar devre dışı kaldığından geleneği bugüne taşıyan kitaplar da artık kapılarından içeri girilemediği için betonlaşıyor, ağır açılan kapılar gibi insan ruhunu zorluyor. Bir gün, onlar artık tamamen okunmaz olduğunda hafızadan silinen gelenek arkaik bir değer olmaktan bile çıkarak olmamış gibi olacak. Haddizatında dijitalite söylemi doğrudan doğruya kitabi olanı ve kitaba özgülüğü yok etmek için kendini kurguluyor, kitap medeniyetleri hayatın omurgası işlevinden uzaklaşarak süs eşyasına dönüştürülüyor.
Mekan büzüşüyor ve uzak beldeler, kırlar, el değmedik dağlar, uçurumlar, yarlar kendilerine özgü nitelikleri yitirerek tek bir düzlemin sıradan ögeleri oluyor. Şehirler doğal olan her şeyi yutuyor, mekanlar ve onlardan ilham alınarak üretilmiş nesneler aynı solukluğun ruhsuzluğunu sunuyor. Fabrik nesneler gibi fabrik mekanlar da özgünlüğün tahtını sallıyor. Şimdilerde sadece bir aksesuar olarak kullanılan el üretimi malzemeler gibi otantikliğini hala muhafaza eden şehir mekanları da koruma altına alınıyor, mümkünse bir montaj olarak hizmete sunuluyor. Ancak insandaki tarihe olan merak bittiğinde, geçmiş ağır, hantal bir yük addedilip gelecek maziyi yuttuğunda artık o merak da kalmayacak ve modüler mekan anlayışı hızlıca inşa edilip hızlıca yıkılan sanal şehirler çevirecek etrafımızı. Hologram gerçek görüntülerin yerini çoktan aldı bile…
İnsanlar büzüşüyor ve otantik kültürlerin, otantik mekanların, otantik bağlamların ürünü olmaktan çıkarak aynı kalemden çıkmış fabrik ürünlere benziyor. Fabrikada başlayan robotların özgürleşme mücadelesi gittikçe genişleyerek alışveriş merkezlerinden eğlence mekanlarına kadar yayılmış durumda. Robotların çoğaldığı her yerde insana duyulan ihtiyaç azalıyor. Bedenler gibi ruhlar da özgünlüğünü yitiriyor, mekanize oluyor. Yüzlerde ve yüzeylerde başlayan yapaylık müdahaleleri estetik cerrahi benzeri dokunuşlarla ruhları da etkisi altına alıyor, mekanlara, insanlara, cisimlere yönelik sayısız yapay müdahaleyle cismaniyete özgü yapılar birbirine benzetiliyor ve git git bir robot ile diğerini birbirinden ayıran sınıra bile rahmet okutacak ayniyet uzamları boy gösteriyor.
İnançlar, ahlaklar, değerler, zevkler büzüşüyor ve onlar arasındaki sınırlar da kayboluyor. Eğer hala buharlaşmadıysa bile inançlar, ahlaklar, dünya görüşleri, eğilimler, anlayışlar gittikçe daha yakın mesafeden bakıyor birbirine, birbirinin içinde eriyerek ontolojik yitime uğruyor, olsa olsa bağlama göre küçük nüanslarla birbirinden ayrılan ince çizgilere dönüşüyor.
Kavramlar büzüşüyor ve her bir kavramın kendine özgü anlam içerikleri diğerlerine yaklaşıyor, bazen tek bir kavram kendi türevlerini büsbütün yutarak onların hepsinin temsilciliğine soyunuyor. Kavram çeşitliliği de kültürel çeşitlilik de son nefesini vermeye hazırlanıyor. Bilgisayar dili, cep telefonu dili, genel itibariyle sanal dil doğal dilin, güncel dilin, sanat ve edebiyat dilinin yerini alıyor. Hafıza ve hançeremizdeki yüzlerce kelime yerini aynı temsiliyete adanmış tek bir kelimeye bırakıyor.
Yerçekiminin dünyanın makus talihi olması gibi kötülük de iyi olan her şeyi aşağı çekiyor. Aşağıya düşen nesnenin yere yaklaştıkça hızlanması gibi gelecek maziyi kendine yaklaştıkça daha hızlı parçalıyor. Modernleşme sürecinde parçalanan değerlerin tozları dolaşıyor ortalıkta. Kahramanlık, cesaret, sevgi, aşk, ayrılık, lütuf, empati, sempati, merhamet gibi kavramlar bırakın kelimeyi artık sadece emojiler üzerinden dolaşıma giriyor, duyguları temsil eden kelimelerin yerini karikatürümsü görüntüler alıyor. Okuma yazma anlamında bizden geleceğe, mağara döneminden tavarüs ettiğimiz resimlerin belki biraz daha parlatılmış olanları kalacak sanki. Tarih tekerrür ediyor, yazısının yerini resim alıyor.
Kaybedenlerin dünyası bu; kaybet, kaybet dünyası… Dünya da insan da insanlık da zaman da mekan da değer de hep beraber kaybediyor. Tuhaf biçimde, kaybetme yarışında bile öne geçmek için ötekine dirsek atma temayülü hakim… Daha olumsuzun, daha çirkinin, daha yanlışın, daha eğrinin, daha kirlinin kazandığı belki fakat nihai aşamada onun da kaybettiği hatta… Nefretin aşkı yendiği bir oyundan çıkar gibiyiz… Oyun bitmiş, mutsuz biçimde evimize dönüyor gibiyiz. Seyirci gibi değil, oyunu oynamış, sahneden inmiş, kendi oyununun seyirciliğini yapmış ve rolünün kurbanı olmuş gibi üzgün, kırgın, küs… Hiçbir kaybediş kendi yazdığın senaryonun kurbanı olmaktan daha ağır olmasa gerek…