Buyurun sayın Kürt
Bertrand Russell “Siyasi bakımdan önemli arzular”ı sıralayıp, “açgözlülük, rekabet, kibir ve güç sevdası” gibi arzuları enfes bir anlatımla okuyucuya sunarken güç sevdasının baştan çıkartıcı özelliğinin altını çizer. Bilginin peşinden koşmayı da “güç sevdası” olarak değerlendirir Russell.
NATO üyesi olduğumuz günden itibaren ABD tarafından pohpohlanmak bize yetmişti.
Aramızda (nadiren de olsa) bir sorun mu çıktı? ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı veya sözcüsünden, “Atatürk büyük bir liderdi” ya da “Türk Ordusu güçlü bir ordudur” şeklinde bir açıklama yapardı ve sorun bir dahaki bahara kalırdı. Tabi ki Amerikalı dostlar! o “bahar”ın gelmesine asla izin vermezlerdi.
Hatırlarsınız, 1990’larda Türk yetkililer ABD’nin PKK’ya verdiği desteği dile getirdiği/getireceği zaman, ama bilhassa başbakanlarımızın ABD Başkanları ile buluşmalarından birkaç saat önce “Büyük ordu, büyük lider” klişeleri ile ön alınırdı. Ya da buluşma esnasında PKK konusu konuşulacaksa o “sihirli sözcük” peyda olurdu:
-Atatürk büyük liderdi, Türk ordusu güçlü bir ordu ve Türkiye sağlam (aslı ‘sadık’tır) bir müttefiktir…
İşte başbakanları mayıştıran bu cümleden sonra konu artık sorunlara değil; ABD ile Türkiye’nin ne kadar köklü ve sağlam ilişkilere sahip oldukları anlatılır ve bu “köklü ve sağlam!” ilişkilerin daha da kavi hale getirilmesinin gerekliliğine dair efti püften laflarla görüşme/ler sona ererdi.
Bu giriş neyin nesi mi dediniz?
Açıklayayım:
BM’deki basın toplantısında Trump sırayla gazetecilerin sorularını alıyor. Soru soran gazetecilerden kimseye adı ya da ülkesi yahut da etnik kökeni ile seslenmiyor. Ama sıra IKBY’den bir Kürt gazeteciye sıra gelince, “Buyurun Sayın Kürt” diyerek ondan soru sormasını talep ediyor.
Bazıları bundan, ”Aman da aman, Trump Kürtleri ne çok da severmiş” zannına kapılabilir.
Değil, Trump ne dediğini bilmiyor, ya da neden söylediğini bilmiyor. O an öyle söylemesi istenmiş, o da sözcük sarfiyatında bulunmuş. Yoksa son iki yılda başta PKK, Münbiç, DAEŞ ile ilgili konularda bize söylediği- verdiği bir sözünün bir diğerini tutmadığını gördük.
Bu haberi aldığımda Dicle Üniversitesi’nden Doç. Dr. Vahap Coşkun ile bir dost meclisindeydik. Orada bulunan bir beyefendi Vahap Hocaya, “Trump Kürtleri sevdiği için mi gazeteciye böyle hitap etti?” diye sordu. Vahap Coşkun mealen, “Hayır, sebep o değil, Suriye’de YPG’yi sahaya sürdüğü için böyle hitap etti. Kaldı ki Trump yarın bu söyleminin tam tersi bir söz de söyleyebilir” dedi ve Trump’ın Suriye, K. Kore, İran ile ilgili söylediklerinden örnekler verdi.
Zaten Trump konuşmasında, “Onlar bizimle savaştılar ve öldüler” diyerek hayranlık! ifadesi ile Kürtleri için değil, YPG/PKK’yı kastettiğinin altını çizmiş oldu.
ABD budur, Trump böyledir; bunlar güç sarhoşluğu ile dilediğini söyleme ve sonra tam tersini de söyleme hakkına sahip olduğuna inanıyorlar.
O zaman bunlara kullanılışlı aparat olmamak gerek, yoksa kullanır, tüketir ve atarlar. Bizim de basiretsiz ve kısmen de -istisnalar hariç- çaresiz yöneticilerimiz 1950-2002 arası yıllarda bu ülkenin potansiyellerini ABD’ye peşkeş çektik. ABD’nin hiçbir talebini geri çevirmediler. Bakmayın haşhaş, Kıbrıs gibi sorunlarımıza, kahir ekseriyetle bu devleti yönetenler ABD’ye karşı bu milletin, bu devletin menfaatlerini öncele(ye)mediler: Önce ABD-NATO dedik. Karşılığında da kibirli Amerikalıların “aferin” ve “güçlü ordu” iltifatlarını! aldık, yetindik.
Kürtler Trump’ın söylediği yağlı sözlerin hangi yağdan ve hangi amaçla kullanılacağını çok iyi biliyorlar. Hoş Trump gazeteciye “Kürt” derken de Kürtlere değil, YPG-PKK’ya selam vermek istemişti. İşin sevindirici tarafı Trump’ın bu sözüyle kendilerine bir övgü çıkarmayan ekseriyetiyle Kürtler işin farkında. Yani Trump’ın bu coğrafyada Türklerin yararını istemediği gibi Kürtlerin de yararını istemediğini çok iyi biliyorlar. Çünkü biliyorlar ki Kürtlerin bütün kazanımları Türklere, Türklerin bütün kazanımları aynı zamanda Kürtlere kazanımdır.
Bu hakikati perçinleyen ve ortaya çıkaran ABD’ye müteşekkiriz! Zira bütün fitne ve fesadına rağmen dışardaki Kürtlerin yüzü de umudu da Türkiye’ye, Türklere dönüktür. Keza hiçbir Türk, ebedi kardeş bildiği Kürdü ayrı ve de gayrı görmez ve Kürt kardeşlerinin huzurunu kaçıran ne var ise bunun kendilerini de huzursuz ettiğinin bilincindedir. Hepimiz bunu fark ettiğimiz gün Trumgillerin okşayıcı hiçbir sözünün kâr etmediğini de görmüş olacağız.