Büyüme oranlarını nasıl okumalıyız?
Türkiye ekonomisi bu yılın ikinci çeyreğini oluşturan nisan, mayıs ve haziran aylarında bir önceki yılın aynı dönemine göre %21,7 oranında büyüdü.
İlk
olarak Çin’de 2019 yılında ortaya çıkan COVID-19 salgınının Türkiye’ye gelmesi
2020 yılının mart ayını bulmuştu. Vaka sayısının artmasıyla birlikte salgının
yayılmasını yavaşlatmak için özellikle nisan ve mayıs aylarında evlere kapanma
çağrıları yapıldı, birçok iş yeri, alışveriş merkezleri kapatıldı ve sokağa çıkma
kısıtlamaları uygulandı. Buna bağlı olarak da 2020 yılının ikinci çeyreğinde
Türkiye ekonomisi %10,8 oranında küçülmüştü.
Bu
konuyu rakamlarla anlatmak gerekirse, gayri safi yurtiçi hâsıla bir ülke içinde
belirli bir dönemde üretilen mal ve hizmetlerin parasal değeridir. 2019 yılının
ikinci çeyreğinde Türkiye’de 100 TL’lik mal ve hizmet üretilmiş olsun. 2020
yılında uygulanan tedbirler nedeniyle tüketim ve buna bağlı olarak da üretim
azalmıştı. %10,8 azalan GSYH 89,2 TL seviyesine geriledi. 2021 yılının ikinci
çeyreğinde ise %21,7 oranında büyüme gösterdi. Yani 108 bin 5564 TL seviyesine
çıktı. Bu veriyi şu şekilde de yorumlayabiliriz. Türkiye ekonomisi salgının
olmadığı 2019 yılının ikinci çeyreğine göre %8,55 oranında büyüdü.
Bu
noktada şunu da belirtmekte fayda var. Büyüme oranları enflasyondan
arındırılmış verilerdir. Yani fiyatların hiç artmadığı varsayımı altında yani
sabit fiyatlar doğrultusunda hesaplanır.
Nasıl büyüdük?
Öncelikle
içinde bulunduğumuz nisan, mayıs ve haziran aylarında geçen yıla kıyasla daha
az kısıtlama tedbirleri uygulandı. Buna bağlı olarak tüketim ve üretim arttı.
Yani ekonomi daha canlıydı. Birçok ülkede uygulanan kapanma tedbirleri
nedeniyle ihracatımız da azalmıştı.
Bunların
yanında salgın sebebiyle küresel tedarik zincirinde bozulma yaşandı. Yaşanan bu
bozulma Türkiye’nin üretim alt yapısındaki sağlamlık, coğrafi konumun getirdiği
avantaj ve Türk Lirası’nda yaşanan değer kaybıyla beraber sanayi üretiminde ve
ihracatta önemli artışa vesile oldu. Küresel çapta yaşanan hammadde problemine,
küresel üretici fiyatlarındaki artışa ve yerli üretimin desteklenmesi için
uygulanan gümrük vergilerine rağmen Türk sanayisi gözle görülür bir şekilde
büyüme gösterdi.
Yatırımlardaki
ve kamu harcamalarındaki artışın da aynı şekilde dikkat çektiğini belirtmekte
fayda var.
Büyümedeki eksikler neler?
Türkiye
ekonomisi pandemi döneminde birçok ülkeye göre daha hızlı toparlandı.
Ancak
bu büyümenin vatandaşa doğrudan yansıması konusunda eksikler var. Gelir
dağılımı adaletinin artırılması konusunda çalışmalar artırılmalı. Aksi halde
tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de zenginler daha zengin, yoksullar da daha
yoksul olmaya devam eder.
Bu
dönemde kârlılığı artan devlet ve şirketler bunu çalışanlarıyla paylaşmalı.
Devlet ve şirketlerin büyüdüğü gibi millet de bu büyümeden yararlanmalıdır.
Bunun
önündeki en büyük engellerden biri de şüphesiz ki yüksek faiz oranlarıdır.
Artan
kârlılığın yatırıma dönmesi, yeni istihdam alanları oluşturması konusunda büyük
bir engel oluşturuyor yüksek faiz oranları. Ancak özellikle son açıklanan
enflasyon oranına bakıldığında %19,25 gibi yüksek bir enflasyon oranı varken
%19 olarak uygulanan politika faiz oranını düşürmek kolay değil. 0,25’lik bir
negatif reel faiz (faiz oranı-enflasyon) oranına geçilmesi sebebiyle piyasalar
(bankalar ve finans kurumları) Merkez Bankası’ndan faiz artırımı beklemeye
başladı.
Negatif
reel faiz oranının olduğu bir ülkeye dışarıdan sıcak para girişi azalır. Bu da
döviz kurunda yükselmeye neden olur ve dövize bağlı maliyetlerin daha fazla
yükselmesine yol açar.
Hâlihazırda
maliyet enflasyonunun bir hayli yüksek olduğunu da görüyoruz. Ağustos ayında
%45,52 oranında gerçekleşen yurtiçi üretici fiyat endeksi tüketici fiyat
endeksini de olumsuz etkiliyor. Özellikle enerji ve hammadde maliyetlerindeki
artış üretici fiyat endeksinin artmasına neden oluyor. Sadece mal üreten
yurtiçi üretici fiyat endeksinde değil aynı zamanda hizmet üretici fiyat
endeksinde de %37,99’luk bir artış görüyoruz. Bunların da elbette tüketici
fiyat endeksine yansımaları oluyor.
Pandeminin
olumsuz etkilerinden biri olarak birçok ülkede enflasyon artışı yaşanıyor.
Artan ani talep sebebiyle yaşanan hammadde kıtlığı sebebiyle üretici
fiyatlarında önemli artışlar yaşanıyor. Bundan ülkemiz de nasibini alıyor.
Ekonomi hiçbir zaman hayatın diğer dinamiklerinden bağımsız değildir. Bu nedenle diğer etkenler düzelmeden kısa vadede ekonomide düzelme olmaz. Yani gerçek hayatta “ceteris paribus” yoktur!