Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Büyülü Dünyalar

İlerleme mitinin nasıl bir zihin yarattığını geçen yazımızda belirtmiştik. Bu öyle bir zihin dünyası ki, post/modern zamanlarda insana sahte bir özgüven veriyor. Bunun farklı alanlardaki yansımalarını gözlemlemek mümkündür

Bir kere teknolojik gelişmeler bu duygunun kazandırılmasında birinci derecede etkili. Zira elindeki küçük aygıtlarla gündelik hayatını idame ettirme, işleri kolaylaştırma ve hızlandırma açısından teknoloji olabildiğince işlevsel görünmektedir. Buradan yola çıkılınca insanın yetilerinin de arttığı; hatta bugün yaşayan insanların zeka ve kapasite olarak geçmişten daha gelişmiş olduğu yolunda açık ve örtük iddiaları da görmek imkan dahilindedir.

Öyle ki, bugün insan doğasının tamamen değiştiği yolundaki iddiaların da bir şekilde teknoloji gelişimiyle ilintili olduğunu düşünmekteyim. Yeni Hümanistlerden bir kısmı bu iddialara katılmakla birlikte bazıları katılmıyor. Benim kanaatim ise, insanın çevreye bağlı olarak değişimler yaşadığıdır yoksa insan doğasının değiştiği söylemine katılmıyorum.

Bugün teknolojinin açtığı büyülü dünya bir başka gerçeklik yaratma konusunda epey mahir görünmektedir. Baudrillard’ın da temel bir problem olarak ele aldığı simülasyon meselesi, gerçekliğin artık ekranlarda yeniden ve yeniden yaratıldığını, dolayısıyla hipergerçek denilen bir sürecin belirginleştiğini söylemektedir. Hipergerçek ise gerçeklik ve gerçek olmayan arasındaki çizgiyi muğlaklaştırdığı için önümüze bir sorunsal olarak gelmektedir. İşin enteresan tarafı; genel kitle bunu tefrik etmediği gibi, belirttiğimiz şeyin bir sorun oluşturduğunun bile farkında değildir.

İnsan bugün kendi yarattığı büyülü dünyanın içinde esaret yaşamaktadır. Çünkü dünya sistemi bütün gerçekliğin bu büyülü dünya içinde yaşanıp bittiği gibi imlemeler yaratmakta ve insanlar o büyülü dünyanın dışına bir bakma cesaret bile göstermemektedir. Kur’an-ı Kerim’in “Ankebut” metaforuyla anlattığı bu durum, anlaşıldığı kadarıyla her devrin insanının farklı formlar üzerinden sorununu bize göstermektedir. Bu sebeple mevcut durumu “insanın kendisine esareti” şeklinde adlandırabiliriz.

Bir gün bir AVM’nin elektronik ürünler satan bir mağazasına girmiştim. Zemin katın altındaydı. Biraz akşam üstü gibi bir vakitteydi. Mağazanın içinde ışıklar olabildiğince azdı. Fakat yerden tavana kadar farklı ekran boyutlarında televizyonlar üste üste ve yan yana sıralanmışlardı. Üstelik hepsinde aynı kanal açılmıştı. Televizyon yayını devam ederken renkler değişiyor ve o loş ortamda renk geçişleri müthiş bir cümbüş oluşturuyordu. Bir anda büyülü bir dünyanın içinde olduğum hissi bende uyandı.

O anda aklıma Hz. Musa (AS) ve sihirbazlar arasındaki olay geldi. Sihirbazlar aslında o dönemin bilimselliğini temsil etmekteydi. Bilindiği üzere geçmişte simya da bir ilim olarak önemsenmekteydi.(Her dönemi kendi koşulları içinde değerlendirirsek, bu tür değerlendirmeler yapmamız mümkündür.) Sihirbazlar ellerindeki ip ve değnekleri yere atmakta ve onlar yerde aktif olarak hareket etmekte idiler. Sihirbazlar gerçekte yaptıkları işin bir göz boyamadan ibaret olduğunu çok iyi biliyorlardı. “Gerçekliğin” bu olduğunu kitlelere göstermeye çalışıyorlardı.

Doğrusu bu oyunu Hz. Musa asasıyla bozdu. Bu bağlamda gerçekliğin kaynağının aşkına olan uzantılarını gündeme getirdi ve yegane hakikatin Allah (CC) olduğunu vurguladı. İnsanlar ne zaman gerçekliğe dair bir adım atmaya çalışsalar, hemen “cambaza bak” oyunuyla renkli ve cezbedici olana dikkat çekilir. Bir anlık gerçeklikten uzaklaşma, insan sorgulamadığı sürece gerçekliğe sürekli ilgisizliğe dönüşmektedir.

Hz. Peygamber’in (SAV) bir duasıyla bitirelim: “Allah’ım ! bana hakikati olduğu gibi göster.”