BÜYÜK RESMİ GÖRMEK
Ortalık doz duman gidiyor. Belki de olup bitenleri Türkiye'nin kendi yörüngesine oturma çabaları olarak da görebiliriz. Şayet bu sıkıntılardan en son bakıye kalan böyle bir netice olacaksa, doğrusu belki de hayırlı şeyler çıkabilecektir. Bu bağlamda Erzurumlu İbrahim Hakkı'ya ait olan "Hak Şerleri hayr eyler/zannetme ki gayreyler/u00c2rif anı seyreyler/Mevlam görelim neyler/neylerse güzel eyler" sözü geleceğe dair ümitlerimizi yeşertebilir.
Ortalığın doz duman olması, hem AK parti hem de Cemaat üzerinden yeni operasyon dalgaları beklentisinden de kaynaklanıyor büyük oranda. Çünkü olup bitenler henüz sonuçlarına kavuşturulmuş değil. Bu konuda gazetelerde yazılıp çizilen senaryolar, yakın geleceğe dikkatle projeksiyon geliştirmeyi zorunlu kılıyor. Aslında sadece "paralel devlet", "dershane", "yolsuzluk" anahtar kavramları üzerinden meseleleri anlamaya çalışmak, hem kısa bir tarih aralığında hem de dar bir alanda "küçük resim" üzerine odaklanmayı beraberinde getiriyor.
Öncelikle Türkiye'nin yakın tarihi dönemde kendi başına bırakılmadığını; aslı itibarıyla bütün dünya devletlerin kendi kulvarlarında şimdilerde küresel ağın içerisinde yeniden tanımlandırılıp konumlandırıldığını görmeliyiz. Küresel aktörler dediğimiz Amerika, İngiltere, İsrail, Fransa, Almanya, Rusya, Çin gibi ülkeler kendi güvenlik, imtiyaz alanları ve ilişkilerine sahiptirler. Wallerstein'ın küreselleşme ile ilgili teorisi, dünya ülkelerinin kendi içlerinde bu tür birincil, ikincil ağ ve alanlara sahip olduğunu; bunlar arasında hiyerarşik ilişkiler bulunduğunu; buna bağlı olarak da ödüllendirme ve cezalandırma sisteminin de özellikle küresel aktörlerin kendi konumlandırmalarına uygun biçimde davranıp davranmadığına göre işletildiğini belirtmektedir.
Bu işleyişi bozan ülkeler bir şekilde dünya sisteminin lanetine uğrayarak cezalandırılır. Bu işleyişin aynı zamanda görünürdeki ideolojik gerilimler ve bir takım projeler üzerinden yürüdüğünü de bu arada unutmamak lazımdır. Dünya sisteminin işleyişi, kapitalist, tüketimci ve postmodern karakterler taşımaktadır. Bunun önündeki en büyük ideolojik engel ise İslam'dır. Çünkü İslam, diğer dinlerden farklı olarak sahip olduğu dinamiklik ve değerler ile bugün ultra kapitalizm ve tüketim toplum yapılanmasının önündeki potansiyel tek direnç noktası oluşturabilecek güçtedir. Amerika'nın 11 Eylül olaylarının ardından "İslam"ı bir numaralı düşman konseptine oturtması, İslam'ı terörle özdeş bir din olarak yeniden imajinatif biçimde konumlandırması, arkasından Büyük Ortadoğu ve Ilımlı İslam projeleri tümüyle İslam'ın bu potansiyel güç ve direncine karşı oluşturulan yumuşak ve sert dokunuşlardır.
Küresel aktörler kimsenin dostu değildirler. Onlar dünya sistemini sürekli kılabilecek uygulamalar ve bu uygulamalar için oluşturulan ideolojik dayanakları desteklerler. Gerçekte postmodern bir karaktere ulaşmış dünyada, bu küresel aktörlerin bunun dışında sabit bir ideolojiyi destekledikleri bile düşünülemez. Bu sebeple, İslam ülkelerindeki iktidarlar, onların gidişatlarına, kendilerine direnç oluşturup oluşturmayacaklarına göre muamele yaparlar. Mısır'da Mursi'nin gitmesi işte bundandır.
Şimdi şunu bir kere daha söyleyelim: Esas operasyon, küresel aktörler tarafından İslam'a çekilmektedir. (Bununla Türkiye içindeki operasyonları kastetmiyorum) Türkiye dışında ve Türkiye'de olan biten mesele budur. Yeni operasyonların özelliği, açık darbeler biçiminde değil, kültürel ve imajinatif olması. Yani birinci adım; İslam'ın kendi üzerine çökertilmesi. İkinci adım; küresel ölçekte İslam'ın küresel dünyanın adaletsizliğine bir "ümit" bile olamayacağının altını çizmek.
Bunu test etmek isterseniz, Türkiye ve dünya ölçeğinde bu işe kimin sevinip kimin üzüldüğüne bir bakın.