Büyük resim
Vatandaşın derdi açlık, yokluk ve yoksunluk iken, birkaç haftadır gündemden düşmeyen Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya üyeliğine koyduğumuz veto gündemi de artık ortadan kalktı.
Geldik yine vatandaşın yokluğuna...
Asgari ücrete yapılması planlanan ya da gündeme getirilen hiçbir rakamın dört
kişilik bir ailenin yoksulluk sınırına yaklaşamadığı gerçeği
çarpıveriyor suratlarımıza...
Savaş bitti! Hepimiz evimize döndük ama fark ettik ki aslında dönecek bir ev
yok...
Ama yaşasın, savaşı kazandık(!)...
Peki gerçekten öyle mi?
Türkiye iki günde, Ege’de
garbımızı, afakımızı saran çelik zırhlı duvarı ören o ABD’nin
kankası oluverdi Madrid’de...
Ne olsa sıcak kanlı bir memleket şu İspanya...
Havasından mıdır suyundan mıdır,
Akdeniz’den kültüründen kaynaklı olabilir mi şu yaşananlar?
Yoksa Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un İngiltere
Başbakanı Johnson’a Roma’nın “Bizim Denizimiz” anlamına
gelen “MareNostrum” birliğini teklif etmesi İngilizlerin
temsilcisinden de “olabilir” yanıtı alması bunun eseri mi?
Akdeniz’i gören
gaza geliyor olabilir...
Daha düne kadar Doğu Akdeniz’de
kim varsa, Türkiye’ye karşı yapılan tatbikatta yer almışken bir bakmışız ki
Madrid’de aynı masada bize gülümser oldular!..
Biz kaldırdık çekincemizi, üstelik sadece
birkaç harfin bir araya geldiği altında da ıslak imzaların atıldığı bir kâğıt
parçasına...
Aynı kağıt parçasını, Avrupa
Ekonomik Topluluğu’na üyelik yapılacağı garantisi ile 1963 Ankara
Anlaşmasından da biliyoruz biz hâlbuki...
Milenyuma gelmeden Helsinki’de
ancak “adaylıkta eşitliği” temin edebilmişiz.
Onu bile ne kadar uyguladıkları ortada...
Geri Kabul Anlaşması yapmışız, açıklarını bulup uymamışlar.
Kapıları açmışız, "insan
hakları" diyenlerin FRONTEX ile sınır
boylarındaki vahşeti ortaya çıkmış.
Yani çıkarı ile inançları arasında
kalınca inançlarını dönüştürmek amacıyla her biri bağımsız kilise ilan
edenlerin sözlerine inanmışız yine...
Oysaki gerçekte olan tek şey ABD’nin
taa Ukrayna’nın eski başkanı Poroşenko’dan başlattığı
saldırı dalgasının yükselen trendinden başka bir şey değil.
Perşembe’nin
gelişi Çarşamba’dan belliydi misali...
Petro Poroşenko’nun kömür alımını yolsuzluk olarak nitelendiren yaklaşımı ABD zihninin
getirdiği düşünülemez mi?
Ona tepki olarak da Zelenski’nin
sahneye çıkması ve ardından ABD’nin Çin’in 2030’da ekonomik
güç olarak kendisini geçeceği gerçeği karşısında hızlı refleks
gösterip yeni düzeni devreye sokma girişimi olarak okunamaz mı?
ABD’nin güçlü olmasından nemalanan
zenginlerce, zenginliklerini korumak için hem Çin ile iş tutup
hem de ABD’yi Çin’e karşı kışkırtmış olduğu düşünülemez mi?
Zenginler yükselen gücü iyi tahmin edip
hemen pozisyon alırlarken neden Çin’e göç başlamıyor da düşmanlık
artıyor?
Zenginleri tutan ne?
Neden teknoloji çalan Çin’de
haklarını aramak yerine sadece ucuz işgücü olarak kullanıyor
bu kompradorlar?
ABD’nin Çin’e yenilmesinden
zarar edecek çok kişi, kurum, kuruluş ve aile var.
Sözde küreselleşmeyi savunan
Çin’in komünist yönetimden taviz vermesini istemek rüşvetle
satın alınan yöneticilerden daha fazla yönetimde söz sahibi olmak anlamın
geliyor.
Batılıların pek işine gelmiyor tabii...
Bu nedenle Çin, her zaman insan
hakları ve küreselleşmeye düşman...
Öyle mi? Evet öyle? Peki Batılıların kendi
yaptıkları...
Dünyanın yanlışlarına sığınmak zorunda
bırakılan düzen, kazananın daha fazla kazanacağı yeni bir düzene evirilmeye
çalışılıyor.
Rusya’nın Ukrayna’ya
saldırtılması ile zincirin halkalarından biri daha takılmış, Avrupalıların
korkularından saçmalaması ise işin bonusu olmuştu.
Soğuk Savaş sonrasında hedefsiz kalan NATO’nun terörizmi hedef alması
yeni coğrafyalarda etki alanı açacak bahaneye kavuşulmasını sağlarken “2022
Stratejik Konsepti”nin bir anda Rusya’yı “doğrudan
tehdit” Çin’i ise “sistematik rakip” ilan
etmesi boşuna değil.
Dert her zaman para ve zenginlik oldu.
Türkiye ise büyük resmi görerek
kuramadığı gelecekte rol kaybetmemeye çalışıyor.
Batı’dan doğuya
kayan gücün güzergâhı üzerinde durmanın getirdiği konforu
aslında Biden da kabul etmek durumunda kaldı.
Çünkü “Diktatörleri
yıkacağız!” diyerek çıkardığı savaş baltalarını Madrid’de
kendi ağzıyla toprağa gömmek zorunda kaldı.
Basitçe, Türkiye yeterli güce erişemediği,
birlik kuramadığı için dünya düzeninde büyük güçlerin tercihleri üzerinden
konum devşirmeye çalışıyor.
Ama Batılıların asıl tezgâhı Türkiye’yi,
Rusya’ya karşı değil İran’a karşı kullanmak.
Bu zamana kadar gelinmeyen bu oyunun
önünde çok az engel kaldı.
"Oynatmaya az kaldı, doktorum nerede?" demeden safları sıklaştıralım, dostları artırıp iş birliklerimizi sağlamlaştıralım.