Büyük Hakikatlerin Dili Büyük Olur
İnsan önemli bir varlık; yaradılış gayesi olarak anlaması gereken hakikatlerde büyük. İşte o biricik hakikatleri anlatacak dilinde zengin ve kuvvetli olması lazım. İnsan aşkını bile sıradan kelimelerle anlatmıyor, ya da memnuniyetini… Hiç sıradan anlatılmış bir şiir ya da roman unutulmazlar arasına girmiş midir? Sıradan yapılan bir kebabı bile sevemiyoruz... Sıradan dostluklar, sıradan sevgiler, buyur demeler hiç ilgi çekmez...
Risale-i Nurlar anlaşılmıyor diyorlar… Biz neyi bir seferde anlamışız ki? Alfabeyi bile belli bir zamanda ancak öğrenebiliyoruz. İnsan emek vererek öğrenir, hayvanlar ise öğretilerek gönderilir. Yani bizim emek vererek öğrenmemiz insan olduğumuz içindir. Ayrıca emek vererek sadece öğrenmiyoruz o gayretten dolayı da bir mükâfat sahibi olacağız. Çalışmadan istemek, elde edilecek kazanımlara da itiraz etmek; ben takdir – mükâfat istemiyorum demektir.
Risale-i Nurları velev ki anlamış olsak bile, aslında anladığımızla kalmıyor; anladığımızdan çok daha fazla hakikatleri barındırıyor. Risale-i Nurlar bir nevi vitaminler terkibidir. Her okuyuşta duygularımızın, ruhumuzun hangi vitamine ihtiyacı var ise ve o anki ruh halimize ne uygunsa o vitamin süzülerek ortaya çıkıyor, idrak perdemizde yepyeni bir hakikat canlanmaya başlıyor. Her okuyuş bize yeni bir sığınak ve yaralarımıza merhem olacak kapılar açıyor.
Her gün, koyun, keçi, sığır görsek, sürü sahibi olsak ve hep gözümüz önünde olsalar yemeden et hakkında asla fikir sahibi olamayız. Risale-i Nurları bir okuyuşta anlamayı isteyenler, ömürlerinde bir defa baklava yemiş olsalar, asla baklava hakkında her şeyi anlamış olamazlar! Yedikçe her seferinde ayrı bir lezzet almış oluyor ve her yiyiş bir sonraki yemeye iştiyak besliyor... Hiçbir insan, bir kez baklava yedim diyerek, sonrakileri yemekten vazgeçmez. Defalarca gün batımı izleriz… Defalarca tatile çıkarız… Defalarca sohbet ederiz… Defalarca aldığımız lezzetler bir öncekinin aynı değildir. Zaten hayatımız tekrarlarla dolu. Ömrümüzün üçte biri uyku ile geçerken, manevi açıdan uyanışlar sağlayan Risale-i Nurların tekrarına anlamıyorum diye uzak durmak anlaşılır olmuyor. Evet, Bediüzzaman anlaşılmayan şeyler yazmamış. Tam tersi, çok önemli bir meseleyi basit birkaç yüz kelimelerle değil, edebi ve zengin bir dille yazmış. Bu demektir ki; Risale-i Nurları okuyanların dili fakirlikten de kurtulmuş oluyor. Fakir bir dilden kurtulan ise; çok daha zengin düşünür ve çok daha zengin tefekkürlerin neticesinde sarsılmaz bir iman sahibi olur. Sevgili Psikoloğum Bediüzzaman’a sadece iman kurtardığı veya takviye ettiği için teşekkür borcumuz yok. Bizim dilimizi naçarlıktan – fakirlikten kurtardığı için de teşekkür ve minnettarlık borcumuz var. Büyük ve ebedi hayat kazandıran meseleler, birkaç kelimeyle değil, zengin kelimelerin elastik kazandırdığı tefekkürle olur.
Yenileyecek olursak: Çayı bile her gün defalarca içen insan, söz konusu okumak olunca, tekrarından neden kaçar? Cevap: Reçetelerin sağlamlığına itiraz edemeyen ve beli kırılan şeytanın bahanesi dil üzerine olur; anlaşılmıyor dedirtir. Ama o dil ise mezar taşlarını bile rahatlıkla okuyamadığımız bu vatanı bizlere bırakan ecdadın dilidir. O ecdat ki; o dille hem İslam’ı, hem insanlığı, hem kahramanlığı, hem de ilmin yayılmasını becermiş, bize düşen ise; sadece anlamak. Başka bir yazımda dediğim gibi; anlamak için sevmek lazım. Sevmek için de elimize alıp okumak lazım. Unutmayalım; bir defada anlamak basit meseleler içindir. Allah’ı ve Resulünü razı etmek, basit bir mesele değil; iman sahibi olmak basit bir mesele değil. Aşkı süsleyerek anlatan şair ve yazarlar var ise; iman hakikatlerini de güçlü bir dille anlatan Bediüzzaman vardır…
Biz anlamıyoruz diyenlerin hayatına dikkat edin bakın, istisnalar hariç; şeytanı razı eden bir hayat tarzları vardır. Öyle bir hayat tarzına sahip olanlara elbette şeytan anlamıyorum dedirtecek ki; kuvvetli bir iman sahibi olması halinde elinden kaçmasın. İşte bunun için şeytan imanı kuvvetlendirecek bir eseri okumayı kabul ettirip; sen bir başla okudukça anlarsın dedirtmez…
Son söz: Büyük insanlar büyük meseleleri çok büyük bir dille anlatırlar; manevi dünyamızı büyütmek için o dilin büyüsüne kapılmak lazım… Elbette büyük meselelerin dili büyük olacak.