Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
27 Eylül 2012

Büyük biraderi seviyoruz

Global dünya sistemi, her yeni durumda ya da durum değiştikçe yeni yöntemlerle "hayat tarzı"mız üzerindeki hegemonyasını devam ettiriyor. Şair Eşref'in dönemin iktidarı için söylediği, "Milletin ağzı açıldıkça/Bab-ı u00c2li'de ne sanatlı anahtar yapılır" mısraları, daha global düzeyde gerçekleştirilmeye çalışılıyor. Özellikle sürekli evrimleştiğimiz ve ilerlediğimiz yolundaki söylemlere eşlik eden eşyanın büyülü görüntüleri, insana Tanrı karşısında kendisine daha fazla alan açıldığı sanısıyla muktedir olduğu hissi verebiliyor.

Modernlik, Avrupa topraklarında neşvü nema bulduktan sonra tüm dünyaya hızla yayılmaya başladı. Bu yayılma, öncesi ve sonrasında sömürgeciliğin de kendisine eşlik ettiği bir nitelik taşır. Bu sebeple, tüm dünyanın her şeyiyle canı gönülden istediği, arzu ettiği bir nitelikte yayılma değildir. Batı ya da Aydınlanma aklının insanın gelebileceği en son nokta olduğu düşüncesi, insanlığın tek bir çizgi üzerinde ilerleyerek evrimleştiği fikriyle birleşince, üretilen geri-ileri antagonizmasında Batı dünyası ileri, diğer ülkeler ise geri şeklinde konumlandırıldılar. Bunun bir doğal sonucu olarak, Batı dışında kalan aklın da bu zorunlu ilerleme sürecinde, Batı'nın geçtiği aşamalardan geçeceği/geçmesi gerektiği öne sürüldü. Bunun doğal sonucu ise hiç kuşkusuz, bütün dünya ülkelerinin modernleşleşmesi gerektiği şeklinde oldu ki, bu da açık bir totalitarizmi birlikte getirdi. Batı dünyası, buna direnen ülkeleri, "ilacından korkan, devasından kaçan bir hasta" metaforuyla anlatmaya çalıştı. Nihayetinde Batı, bir şekilde işgal ettiği ülkelere hep demokrasi, insan hakları vb değerleri götürdüğünü (!) söylemiştir.

Bugün dünyada global aktörler olarak bilinen Batılı devletlerin, açık işgalleri ve bu totalitarizmi, bir noktadan sonra ciddi tepkilere neden olmuştur. Baı şeylerin açıkça dayatılması, hem içerik hem de görüntü olarak totalitarizmi hep suçüstü yapmıştır. Batı dünyası, faşist iktidarlar döneminde bu süreci kendi içerisinde de yaşamıştır.

Modernizmin yara alan, eleştirilen bir çok boyutları gibi totaliterliği de telafi etmek üzere post/Modernlik devreye sokuldu. Post/Modern dönem, yerel kültürlere, ötekilere yani diğer "akıl"lara da değer veren bir yaklaşım olarak sunumlandı. Artık sonsuz bir görecelik ve öznellik içerisinde, insanın bütün talep, seçim ve düşünceleri değer bulacaktı; totalitarizm sona erecekti Post/modernizmin vaatlerinde. Peki böyle mi oldu? Dinlerin hakikat anlayışını sekülerleştiren modernizm karşısında Post/modernizm, herhangi bir hakikat fikrinden kulkuya düşürerek değerler dünyasını altüst etti.

Tabii buna eşlik eden bir tüketim toplumu olma süreci vardır ki, tüm dünyanın tüketmesi esası üzerine kurulmuştur. Artık eşyalar, global ölçekte bir üretim ve tüketimin konusudurlar. Tüm dünyada, sömürünün büyük bir tüketim ağı üzerine kurulu olduğu büyük bir sistem vardır. Sistem sürekli insanların tüketmesine bağlıdır. Böylece dünya sisteminin ağaları daha da semirmektedir. Bu arada açlık, fakirlik küresel ölçekte daha fazla artmakta ve kriz derinleşmektedir. Dolayısıyla bugün bizim tüketim toplumuna entegre olan her adımımız, dünyanın her hangi bir yerinde yaşayan bir insanın maalesef sömürülmesini daha da hızlandırmaktadır. Felsefe değişmemiştir; "Let them go, let them pass (Bırakın yapsınlar, bırakın geçsinler"

Şimdi gelelim bize. Tüm bu serencamlar yaşanırken, Post/Modern felsefeyle de bağlantılı olarak giderek özgürleştiğimiz gibi bir duygu bize kazandırılmaya çalışılıyor. Öyle ya, artık istediğimizi alıyor, satıyor; istediğimiz şekilde hareket edebiliyoruz. Fakat gerçek böyle mi? Hafta sonu ya da hafta içi de farketmiyor, AVM'leri bir yaşam tarzı haline getirmenin anlamı nedir? Sürekli tüketim üzerine kurulu dünya sistemi, bize ancak "tüketme ama mutlaka tüketme" konusunda bir özgürlük tanıyor. Tüketimin bir hayat tarzı haline gelmesinde önümüzü açıyor. Bu tüketim sisteminin devamı yolunda ideolojik söylem ve araçları da hazırlamış. Eğer bunun dışında bir şey düşünür, söyler ve talep ederseniz, sizi ötekileştirip marjinalleştiriyor. Göstermeye çalıştığınız dirençleri "daha siz orada mısınız?" şeklinde evrimci bir cümleyle anlamsızlaştırmaya çalışıyor.

George Orwell'ın ünlü romanı Bin dokuz yüz Seksen Dört'te kahraman Winston, gösterdiği direnç ve insan kalma uğraşısından sonra, artık teslim olur. İlk başta baskı ve şiddetten dolayı kendisine dayatılan "Büyük Biraderi Seviyoruz" mottosunu gönülsüz söyler. Ama sistem, bunun gönüllü söylenmesini istiyordur. Sonunda Winston, kendisine karşı zafere ulaşır ve büyük biraderi sevmeye başlar.

Orwell, romanının sonunda yeni durumun söz dağarcığını açıklarken, onur, adalet, ahlak, enternasyonalizm, demokrasi, bilim ve din gibi sözcüklerin yol olup gittiğini söyler. Gerçekten şimdi din, özgürlük, ahlak kelimelerinin anlam ve işlevleri üzerine bir kere daha düşünmek gerek.

Şimdi yeni durumlar yaşadığımızı düşünüyoruz. Totalitarizmden çok çektik, yeni ufukalara ve özgürlüklere (!) doğru yelken açıyoruz ve geldiğimiz noktada ise "Büyük Biraderi seviyoruz", hem de gönüldenu2026