Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
14 Nisan 2024

"Buyrun Sayın Başkanım!"

İstanbul’da yaşamaktadır ve “Bilmem nereliler Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği” üyesidir.

Köyünden akrabaları hastalandığında İstanbul’a onun yanına gelip yardımcı olmasını istemektedir.

Kendisine de, köyünden fasulyesi, tarhanası gelmektedir.

Beşiktaş’ı, (ya da, Fenerbahçe’yi, Galatasaray’ı, vs.) tutmaktadır.

Beşiktaş futbol takımının başarılarına çok sevinmektedir; basketbol, voleybol maçları ile fazla ilgilenmemektedir.

Kentteki yitiklik duygusunu hafifletmek için Beşiktaş’ın bütün maçlarına gitmekte veya arkadaşları ile kahvehanedeki televizyondan izlemektedir.

Böylece, kendisini tanımlayacak bir ‘aidiyet’ unsunu oluşturmuş bulunmaktadır.

Atomize olmuş kentin kalabalığındaki fark edilmezliğinden kurtulmakta, yoğun insan ilişkilerinin yaşanabildiği bir kulüp taraftarlığı ortamında, büyükşehirin sarsıcı etkilerini dengelemeye çalışmaktadır.

Yetişkin yaşlarına yeni giren kızı, bir trikotaj atölyesinde çalışmaya başlamıştır.

O güne kadar hiç aklına gelmeyen tehlikeler, ‘çevredeki konuşmaların da etkisiyle’ onu ürkütmeye başlamıştır.

Karısının, kızının kente gelmeden önce, kırsalda nasılsalar öyle kalmalarını istemekte ancak bunun mümkün olamayacağını da sezinlemektedir. (*)

Kendisi, eski kendisi değildir; karısı, kızı da eskiden olduklarından farklı haller alacaktır.

Bu değişimin, çevreden lâf getirmeyecek, onurunu zedelemeyecek kadar olması için çareler aramakta, sağdan soldan duyduklarını evdekilere anlatmaya çalışmaktadır.

Öte yandan, çalıştığı iş yerinde de, kendisine sürekli olarak mesajlar yüklenmektedir.

Patronu, müdürleri kendisine sürekli olarak ‘işyerine bağlılıktan’ bahsetmekte, daha fazla, çok daha fazla çalışmasını istemektedir.

Birileri, de bu düzenin sömürü düzeni olduğunu söylemekte, daha fazla hak istemeye davet etmektedir.

Memleketten kopup gelen vatandaş, vakit namazlarını “kılamasa” da, Cuma namazlarını kaçırmamaya büyük özen göstermektedir.

Cuma’ya gitmemek hem günah, hem de ayıptır.

Üstelik, insanın bir günün yarım saatinde de olsa, kendisini dinlemeye, kentin sarsıntılarını hafifletmeye yarayacak bir sığınağa girmeye ihtiyacı vardır.

Mesele, büyük kentte kaybolup gitme korkusudur önce.

Sonra…

Dernek, vakıf, parti üyelikleriyle…

Ve buralarda aktif görev almalarla, yepyeni kimlikler edinme yoluna gidilecektir.

Hele hele, eşi, kızı, oğlu da kendisiyle aynı dernek, vakıf, partiye kaydolur, çalışmalara başlandığında, kabuk iyice kırılmış demektir.

Bir ilçedeki parti yönetimine girdiği anda, statü değişmiş olacaktır, en kestirme tarafından.

Artık “Başkanım!” diyeceklerdir kendisine.

İtibar görecektir.

Fark edilecektir.

Ara sıra ilçeye gelen ünlü politikacılarla el sıkışma, onlarla aynı masada fotoğraf çektirme imkânına kavuşacaktır.

Dahası, Meclis’e gittiğinde, vekil; Genel Merkez’e gittiğinde genel başkan yardımcısı ziyaretlerinde bulunabilecek, oralardan da ilçedeki itibarına katkı sağlamasını umduğu fotoğraflarla ayrılacaktır.

Dönüşte de, Ankara’daki temaslarını bol bol; eh üzerine de eklemeler yaparak anlatacak, böylece hatırı sayılırlar sınıfına yükselmeye başladığının altını çizmeye çalışacaktır.

X

Derken…

Derken…

İlişkiler yeni ilişkileri beraberinde getirecek…

Daha da “yükselebilmek” için eli cebe atmak gerekecek…

Bunun için de…

“Almadan vermek Allah’a mahsustur!” gerçeğinden hareketle, kaynaklara ihtiyaç duyacaktır.

Çevrede bu kaynakları bulanlar vardır ve onların izledikleri yollar denenmiş, ‘başarıları’ kanıtlanmış yollardır.

Kendisi, kazanacağı parayı “kötü” yollarda kullanacak değildir.

Memleket hayrına, memleket insanının hayrına kullanacaktır.

Para, başkalarının elinde şerre gidecektir, kendi elindeyse hayra.

Para, mevki, itibar…

Etrafa toplananlar…

“Başkanım, başkanım” diyenler.

Çok yakıştığı söylenen kıyafetler…

Ve yeni bir dünya!..

Bu arada, eski çevrenin geride kalmış “tipleri” de habire talepte bulunmaktadır.

Kendisinden “geçmişi” unutmamasını istemektedir.

Kafayı kullanamayan bu insanlardan kurtulmak lazımdır.

Evdeki hanımın da büyük emeği vardır bugünlere gelinmesinde ama…

Kilosuna hiç dikkat etmemektedir!

Halbuki, etraftakiler öyle midir?

Kadın dediğin kendisine bakacaktır ki, erkeğin gözü dışarıya kaymaya!..

X

Ne ev eski ev, ne aile eski aile.

Oğlan, büyümüştür.

Üstüne dar ve kısa pantolonu çekmiş, altına da patik çorap (ayak bileğini gösteren tarz) giymiş, nargile salonunun müdavimi olmuştur.

Mesleği sorulduğunda da “inşaat işleri” diyecek kıvama gelmiştir!

Apartman dairesi, “site” dairesine dönüşmüş, aidat yükü artmış, evdeki her yetişkinin altına birer lüks otomobil çekmek “vacip” haline gelmiştir!

X

Bütün bunlar olup biterken…

İlişkiler ilişkiler…

“Kazanımlar kazanımlar” derken…

Nelerin kaybedildiği üzerine yapılan sohbetlerde birkaç kelam etmek, bu gündemden de geri kalmamak içinde bulunulan pozisyonun icaplarındandır.

Bu fasıllarda, gençlerde küçüğe sevgi, büyüğe saygı kalmadığı…

Gençliğin dünü bilmediği için bugünü yanlış değerlendirdiği üzerine “etraftan” duyulan lâflardan oluşma birkaç cümle edilir.

Bu arada, telefon çalar…

Arayan “Vatandaş Mehmet Efendi”dir.”

Sohbete ara verilmez.

Zira, konu önemlidir.

Vatandaş Mehmet’in telefonuna bakmak için kesilemeyecek kadar önemlidir.

Sonra…

Bir telefon daha…

Arayan?

Mühim adam.

“Buyurun Sayın Başkanım!..”

X

Sonra sonra…

Malûm!

……………..

(*) Prof.Dr. Ünsal Oskay’ın kitabındaki bir bölümden istifadeyle, İletişimin ABC’si, Der Yayınları, İstanbul 2001