Dolar (USD)
34.49
Euro (EUR)
36.22
Gram Altın
2955.70
BIST 100
9367.77
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
21 Ekim 2021

Bütün güzellikleri dünyada bitirme!

Abdurrahman b Avf; câhiliye döneminde Abdülamr veya Abdülkâ‘be olan adı, Müslüman olduktan sonra Hz. Peygamber (a.s.) tarafından Abdurrahman olarak değiştirildi. Genç yaşından itibaren ticaretle uğraşan Abdurrahman b. Avf (r.a.), câhiliye devrinde de içki içmeyen ve güzel ahlâka sahip biri olarak tanınırdı. Hz. Ebu Bekir (r.a.) ile olan eski dostluğu vesilesiyle İslam'ı kabul ederek; Efendimiz (a.s.)’e inanan ilk 8 kişiden biri olmuştur.

Peygamber Efendimiz (a.s.), ilk Müslümanlardan olan Abdurrahman b. Avf’ın da içerisinde bulunmuş olduğu sahabe-i kiramla birlikte Mekke'den Medine'yi Münevvere'ye hicret edince; her bir Mekkeli Müslümanı (muhacir) bir Medineli Müslümanla (ensar) kardeş ilan etmişti. Efendimiz (a.s.) böylelikle; malını, mülkünü, dünyalık olarak her şeyini Mekke'de bırakıp da hiçbir şeyi olmaksızın Medine-i Münevvere’ye gelen kardeşlerine Medine'deki Müslümanların sahip çıkmasını hedeflemiştir. Bu kardeşlikte Abdurrahman b. Avf (r.a.) da Sa’d b. Rebi’ ile kardeş ilan edilmişti.

Sa’d b. Rebi’, Abdurrahman'a “Ey kardeşim. Artık seninle kardeşiz. İşte malım, işte tarlam, bağım, bahçem neyim varsa hepsi seninle ortaktır. İstediğini alabilirsin” dedi.

Kur'an-ı Kerim'in ifadesiyle “Onlardan (muhacirlerden) önce o yurda (Medine’ye) yerleşmiş ve imanı da gönüllerine yerleştirmiş olanlar, hicret edenleri severler. Onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden, hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.”(Haşr, 9) buyurulmaktadır.

Sa’d b. Rebi’ böyle söyleyince; Abdurrahman b. Avf; “Allah malını ve aileni sana mübarek eylesin ve bu davranışını mükâfatlandırsın. Sen bana yalnız çarşının yolunu göster, bana yeter bu” dedi. Medine çarşısında ticarete başlamış ve kısa zamanda zengin olmuştu. “Allah bana öyle bir nimet verdi ki bir taşı bile bir yerden kaldırıp başka yere koysam neredeyse altın oluyor.” diyordu, yapmış olduğu ticaretle öyle bir mal sahibi oldu ki Medine'nin belki de en zenginlerinden biri haline geldi.

Efendimiz (a.s.)’ın vefatından sonra; tamamı satılmak üzere ticaret malzemeleriyle, gıda ve diğer ihtiyaç duyulan maddelerle yüklü 700 develik bir kervanla Medine'ye girince o kervanın çıkarmış olduğu sesi duyan müminlerin annesi, Efendimiz (a.s.)’ın eşi Hz. Ayşe (r.a.); “Kim bu. Kim geliyor” diye sorunca “Abdurrahman 700 develik bir kervanla geliyor.” Cevabını aldı. Bunun üzerine “Allah onun malını mülkünü mübarek kılsın. Ahiret sevabı çok daha büyüktür. Ben Peygamber Efendimiz (a.s.)ın şöyle buyurduğunu duydum : “Abdurrahman b. Avf sürünerek bile olsa cennete girecektir!”

Orada bulunanlardan bir tanesi Hz. Ayşe annemizden duyduğu bu sözü hemen Abdurrahman b. Avf’a ulaştırdı. Abdurrahman b. Avf; Hz. Ayşe annemizin Efendimiz (a.s.)’dan duymuş olduğu bu sözün sevinciyle neredeyse havalara uçtu ve dudaklarından şu cümleler döküldü “Ey annem! Seni şahit tutuyorum ki şu görmüş olduğun kervan üstlerindeki yükleri ile beraber, develerin sırtlarındaki semerinden başlarındaki yularlarına kadar hepsi Allah yolunda feda olsun” dedi.

Efendimiz (a.s.)'ın etrafında bulunan sahabeyi kiram vermek için fırsat ararlardı. Bir fakir, bir yetim, bir yoksul karşılarına çıktığı zaman onu cennete açılan bir kapı olarak görürlerdi. Çünkü hiç hayır demeyen bir peygamberin terbiyesinde büyümüşlerdi.

Hz. Ömer (r.a.)’ın da bulunduğu bir mecliste bir zat geldi ve Efendimiz (a.s.)’dan bir şeyler istedi. Hz. Peygamber (a.s.) istediğini verdi. Yine istedi, yine istediğini verdi. Bir kez daha istedi Efendimiz (a.s.) verecek bir şey bulamayınca mahzun oldu ama söz verdi. “Söz veriyorum temin ettiğim zaman sana istediğini veririm” dedi. Hz. Ömer (r.a.), Peygamber Efendimiz (a.s.)’ın kendisini bu kadar fazla sıkıntıya sokması ve üzmesinden rahatsız oldu. “Ya Resulallah! Niye bu kadar kendini yoruyor, kendini niye bu kadar üzüyorsun? İstediler verdin. Sonra yine istediler yine verdin. Sonra tekrar istediler, verecek bir şey bulamadın; bu kez de veririm diye söz verdin! Niye bu kadar kendini yoruyorsun” şeklinde Efendimiz (a.s.)’ı teselli etmek adına sormuştu.

Hz. Peygamber (a.s.), Hz. Ömer'in söylediklerinden hoşlanmadı. Yüzü asıldı. Bunu fark eden sahabe-i kiramdan Abdullah b. Huzafe, Efendimiz (a.s.)’a yönelip “Ya Resulallah! Ver! İnfak et! Arşın sahibi olan Allah'ın azaltmasından korkma!” dedi. Efendimiz’in (a.s.) gerilen yüzüne tekrar tebessüm hakim oldu. Gülümsemeye başladı ve “İşte ben böyle demekle emrolundum” buyurdu.

Mallarımız Allah yolunda feda edilirse anlamlı hale gelir. Mallarımız O’nun rızasını kazanmak için harcanırsa anlamlı hale gelir. Yığıp biriktirdiklerimizin, kaybolmayacak zannettiklerimizin; Allah'ın katında bize bir faydası olmayacağını bilmemiz gerekiyor. Bunu en iyi bilenlerden ve bize en iyi anlatanlardan biri Abdurrahman b. Avf (r.a.)’tır.

Abdurrahman b. Avf (r.a.), Hz. Peygamber (a.s.) ille birlikte bütün savaşlara katıldı. Uhud’da yirmiden fazla yara aldı, hatta ayağındaki yaralar sebebiyle topal kaldı ve ömrünün geri kalan kısmını sakat olarak geçirdi. Malıyla canıyla çok fedakârdı ancak bir zat diyor ki “Kabe'yi tavaf ediyordum. Uzun boylu birisinin tavaf ederken sürekli sesli sesli şu duayı yaptığını işittim:”Allah'ım beni nefsinin cimriliğinden koru! Allah'ım beni nefsimin bencillik ve cimriliğinden koru!” Allah Allah! Bu çok cimri bir adam mıdır diye merak ettim. Etrafındaki tanıyanlara sordum. “Bu kim. Bu kadar cimrilikten korkan ve Kabe’yi tavafında sürekli cimrilikten korunmak için dua eden zat kim?” dedim. “Abdurrahman b. Avf (r.a.)” dediler. Efendimiz (a.s.)’dan kendisine ulaştırılan bir sözle bütün kervanını develeriyle, yularlarıyla, yükleriyle feda eden Abdurrahman b. Avf...”

Bir sefer esnasında Efendimiz (a.s.) orduyu teçhiz ederken bütün varlığı olan dört bin dinarın yarısını alıp getiren, iki bin dinarını orduyu teçhiz etmek için bağışlayan; “Evine ne bıraktın?” sorusuna “Yarısını evde bıraktım, yarısını getirdim” cevabını verince de Efendimiz (a.s.) “Allah senin verdiğini de evde bırakmış olduğunu da mübarek kılsın” buyuruyor.

Cenabı Hak (c.c.); Kur’an-ı Kerim'in müteaddit yerlerinde malın kalıcı olmadığını, malı kalıcı kılmanın Allah yolunda feda etmekten geçtiğini ifade buyuruyor bize...

Efendimiz (a.s.) “Siz kendi malınızı mı çok seversiniz, mirasçınızın malını mı çok seversiniz?” diye soruyor sahabe-i kirama. “Ya Rasulallah! Mirasçının malından bize ne. Biz elbette kendi malımızı çok severiz” Efendimiz (a.s.) “Bugün harcamayıp yığıp biriktirdikleriniz mirasçılarınızın malıdır. Allah rızası için verdikleriniz ise kendi öz malınızdır” buyurdu.

Yığıp biriktirilen mallar mirasçılara kalacaktır. Belki birçoğu mirasçıların arasında bölüşürken kavga çıkmasına sebep olacaktır. Belki bir kısmı: “Gördün mü? Kendisi bu kadar çalıştı yemeye bile fırsat bulamadı, öldü gitti. Biz de yiyoruz” diye alay ederek, dalga geçerek yâd edecektir.

Allah miras bıraktığımız evlatlarımızın da salih olmasını, mirasımızı yerken bize dua edecek evlatlar olmasını nasip etsin hepimize…

“Kendi öz malınız,verdiklerinizdir” buyuruyor Efendimiz (a.s.). Bunu en iyi kavrayan ve bize anlatanlardan bir tanesi güzel sahabi Abdurrahman b. Avf (r.a.) dır.

Bir defasında iftar sofrasında yemek yerken eski günlerini; Uhud'u hatırladı, Musa’b b. Umeyr'inUhud'da şehit oluşunu (üzerini örtecek bir elbisesinin bile bulunmadığını) hatırladı. Gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. “Acaba! İnkârcılara olduğu gibi bütün iyiliklerimiz bize dünyada verildi, iyiliklerimizi yiyip tükettik de ahirete bir şey bırakmadık mı” diye endişe ediyorum” dedi. Allah inkârcılara; “Bütün iyiliklerinizi dünyadayken yiyip bitirdiniz, istifade ettiniz neredeyse ahirete bir şey bırakmadınız” (Ahkâf, 20) buyurmaktadır. Onun için; ahirete göndermek, takdim etmek; fakirin-fukaranın, yoksulun acısına duyarlı olmak, muhtacın elinden tutmak, yetimin başını okşamak hem Abdurrahman b. Avf’ın hem de onun ders aldığı iki cihan serveri âlemlere rahmet Muhammed Mustafa (a.s.)’ın bize bırakmış olduğu güzel sünnettir.