Bütün güzellikleri dünyada bitirme!
Abdurrahman
b Avf; câhiliye döneminde Abdülamr veya Abdülkâ‘be olan adı, Müslüman olduktan
sonra Hz. Peygamber (a.s.) tarafından Abdurrahman olarak değiştirildi. Genç
yaşından itibaren ticaretle uğraşan Abdurrahman b. Avf (r.a.), câhiliye
devrinde de içki içmeyen ve güzel ahlâka sahip biri olarak tanınırdı. Hz. Ebu
Bekir (r.a.) ile olan eski dostluğu vesilesiyle İslam'ı kabul ederek; Efendimiz
(a.s.)’e inanan ilk 8 kişiden biri olmuştur.
Peygamber
Efendimiz (a.s.), ilk Müslümanlardan olan Abdurrahman b. Avf’ın da içerisinde
bulunmuş olduğu sahabe-i kiramla birlikte Mekke'den Medine'yi Münevvere'ye
hicret edince; her bir Mekkeli Müslümanı (muhacir) bir Medineli Müslümanla
(ensar) kardeş ilan etmişti. Efendimiz (a.s.) böylelikle; malını, mülkünü,
dünyalık olarak her şeyini Mekke'de bırakıp da hiçbir şeyi olmaksızın Medine-i
Münevvere’ye gelen kardeşlerine Medine'deki Müslümanların sahip çıkmasını
hedeflemiştir. Bu kardeşlikte Abdurrahman b. Avf (r.a.) da Sa’d b. Rebi’ ile
kardeş ilan edilmişti.
Sa’d
b. Rebi’, Abdurrahman'a “Ey kardeşim. Artık seninle kardeşiz. İşte malım, işte
tarlam, bağım, bahçem neyim varsa hepsi seninle ortaktır. İstediğini
alabilirsin” dedi.
Kur'an-ı
Kerim'in ifadesiyle “Onlardan (muhacirlerden) önce o yurda (Medine’ye)
yerleşmiş ve imanı da gönüllerine yerleştirmiş olanlar, hicret edenleri
severler. Onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar.
Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih
ederler. Kim nefsinin cimriliğinden, hırsından korunursa, işte onlar kurtuluşa
erenlerin ta kendileridir.”(Haşr, 9) buyurulmaktadır.
Sa’d
b. Rebi’ böyle söyleyince; Abdurrahman b. Avf; “Allah malını ve aileni sana
mübarek eylesin ve bu davranışını mükâfatlandırsın. Sen bana yalnız çarşının
yolunu göster, bana yeter bu” dedi. Medine çarşısında ticarete başlamış ve kısa
zamanda zengin olmuştu. “Allah bana öyle bir nimet verdi ki bir taşı bile bir
yerden kaldırıp başka yere koysam neredeyse altın oluyor.” diyordu, yapmış
olduğu ticaretle öyle bir mal sahibi oldu ki Medine'nin belki de en
zenginlerinden biri haline geldi.
Efendimiz
(a.s.)’ın vefatından sonra; tamamı satılmak üzere ticaret malzemeleriyle, gıda
ve diğer ihtiyaç duyulan maddelerle yüklü 700 develik bir kervanla Medine'ye
girince o kervanın çıkarmış olduğu sesi duyan müminlerin annesi, Efendimiz
(a.s.)’ın eşi Hz. Ayşe (r.a.); “Kim bu. Kim geliyor” diye sorunca “Abdurrahman
700 develik bir kervanla geliyor.” Cevabını aldı. Bunun üzerine “Allah onun
malını mülkünü mübarek kılsın. Ahiret sevabı çok daha büyüktür. Ben Peygamber
Efendimiz (a.s.)ın şöyle buyurduğunu duydum : “Abdurrahman b. Avf sürünerek
bile olsa cennete girecektir!”
Orada
bulunanlardan bir tanesi Hz. Ayşe annemizden duyduğu bu sözü hemen Abdurrahman
b. Avf’a ulaştırdı. Abdurrahman b. Avf; Hz. Ayşe annemizin Efendimiz (a.s.)’dan
duymuş olduğu bu sözün sevinciyle neredeyse havalara uçtu ve dudaklarından şu
cümleler döküldü “Ey annem! Seni şahit tutuyorum ki şu görmüş olduğun kervan
üstlerindeki yükleri ile beraber, develerin sırtlarındaki semerinden
başlarındaki yularlarına kadar hepsi Allah yolunda feda olsun” dedi.
Efendimiz
(a.s.)'ın etrafında bulunan sahabeyi kiram vermek için fırsat ararlardı. Bir
fakir, bir yetim, bir yoksul karşılarına çıktığı zaman onu cennete açılan bir
kapı olarak görürlerdi. Çünkü hiç hayır demeyen bir peygamberin terbiyesinde
büyümüşlerdi.
Hz.
Ömer (r.a.)’ın da bulunduğu bir mecliste bir zat geldi ve Efendimiz (a.s.)’dan
bir şeyler istedi. Hz. Peygamber (a.s.) istediğini verdi. Yine istedi, yine
istediğini verdi. Bir kez daha istedi Efendimiz (a.s.) verecek bir şey
bulamayınca mahzun oldu ama söz verdi. “Söz veriyorum temin ettiğim zaman sana
istediğini veririm” dedi. Hz. Ömer (r.a.), Peygamber Efendimiz (a.s.)’ın
kendisini bu kadar fazla sıkıntıya sokması ve üzmesinden rahatsız oldu. “Ya
Resulallah! Niye bu kadar kendini yoruyor, kendini niye bu kadar üzüyorsun?
İstediler verdin. Sonra yine istediler yine verdin. Sonra tekrar istediler,
verecek bir şey bulamadın; bu kez de veririm diye söz verdin! Niye bu kadar
kendini yoruyorsun” şeklinde Efendimiz (a.s.)’ı teselli etmek adına sormuştu.
Hz.
Peygamber (a.s.), Hz. Ömer'in söylediklerinden hoşlanmadı. Yüzü asıldı. Bunu
fark eden sahabe-i kiramdan Abdullah b. Huzafe, Efendimiz (a.s.)’a yönelip “Ya
Resulallah! Ver! İnfak et! Arşın sahibi olan Allah'ın azaltmasından korkma!”
dedi. Efendimiz’in (a.s.) gerilen yüzüne tekrar tebessüm hakim oldu.
Gülümsemeye başladı ve “İşte ben böyle demekle emrolundum” buyurdu.
Mallarımız
Allah yolunda feda edilirse anlamlı hale gelir. Mallarımız O’nun rızasını
kazanmak için harcanırsa anlamlı hale gelir. Yığıp biriktirdiklerimizin,
kaybolmayacak zannettiklerimizin; Allah'ın katında bize bir faydası
olmayacağını bilmemiz gerekiyor. Bunu en iyi bilenlerden ve bize en iyi
anlatanlardan biri Abdurrahman b. Avf (r.a.)’tır.
Abdurrahman
b. Avf (r.a.), Hz. Peygamber (a.s.) ille birlikte bütün savaşlara katıldı. Uhud’da
yirmiden fazla yara aldı, hatta ayağındaki yaralar sebebiyle topal kaldı ve
ömrünün geri kalan kısmını sakat olarak geçirdi. Malıyla canıyla çok fedakârdı
ancak bir zat diyor ki “Kabe'yi tavaf ediyordum. Uzun boylu birisinin tavaf
ederken sürekli sesli sesli şu duayı yaptığını işittim:”Allah'ım beni nefsinin
cimriliğinden koru! Allah'ım beni nefsimin bencillik ve cimriliğinden
koru!” Allah Allah! Bu çok cimri bir
adam mıdır diye merak ettim. Etrafındaki tanıyanlara sordum. “Bu kim. Bu kadar
cimrilikten korkan ve Kabe’yi tavafında sürekli cimrilikten korunmak için dua
eden zat kim?” dedim. “Abdurrahman b. Avf (r.a.)” dediler. Efendimiz (a.s.)’dan
kendisine ulaştırılan bir sözle bütün kervanını develeriyle, yularlarıyla,
yükleriyle feda eden Abdurrahman b. Avf...”
Bir
sefer esnasında Efendimiz (a.s.) orduyu teçhiz ederken bütün varlığı olan dört
bin dinarın yarısını alıp getiren, iki bin dinarını orduyu teçhiz etmek için
bağışlayan; “Evine ne bıraktın?” sorusuna “Yarısını evde bıraktım, yarısını
getirdim” cevabını verince de Efendimiz (a.s.) “Allah senin verdiğini de evde
bırakmış olduğunu da mübarek kılsın” buyuruyor.
Cenabı
Hak (c.c.); Kur’an-ı Kerim'in müteaddit yerlerinde malın kalıcı olmadığını,
malı kalıcı kılmanın Allah yolunda feda etmekten geçtiğini ifade buyuruyor
bize...
Efendimiz
(a.s.) “Siz kendi malınızı mı çok seversiniz, mirasçınızın malını mı çok
seversiniz?” diye soruyor sahabe-i kirama. “Ya Rasulallah! Mirasçının malından
bize ne. Biz elbette kendi malımızı çok severiz” Efendimiz (a.s.) “Bugün
harcamayıp yığıp biriktirdikleriniz mirasçılarınızın malıdır. Allah rızası için
verdikleriniz ise kendi öz malınızdır” buyurdu.
Yığıp
biriktirilen mallar mirasçılara kalacaktır. Belki birçoğu mirasçıların arasında
bölüşürken kavga çıkmasına sebep olacaktır. Belki bir kısmı: “Gördün mü?
Kendisi bu kadar çalıştı yemeye bile fırsat bulamadı, öldü gitti. Biz de
yiyoruz” diye alay ederek, dalga geçerek yâd edecektir.
Allah
miras bıraktığımız evlatlarımızın da salih olmasını, mirasımızı yerken bize dua
edecek evlatlar olmasını nasip etsin hepimize…
“Kendi
öz malınız,verdiklerinizdir” buyuruyor Efendimiz (a.s.). Bunu en iyi kavrayan
ve bize anlatanlardan bir tanesi güzel sahabi Abdurrahman b. Avf (r.a.) dır.
Bir
defasında iftar sofrasında yemek yerken eski günlerini; Uhud'u hatırladı,
Musa’b b. Umeyr'inUhud'da şehit oluşunu (üzerini örtecek bir elbisesinin bile
bulunmadığını) hatırladı. Gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. “Acaba!
İnkârcılara olduğu gibi bütün iyiliklerimiz bize dünyada verildi, iyiliklerimizi
yiyip tükettik de ahirete bir şey bırakmadık mı” diye endişe ediyorum” dedi.
Allah inkârcılara; “Bütün iyiliklerinizi dünyadayken yiyip bitirdiniz, istifade
ettiniz neredeyse ahirete bir şey bırakmadınız” (Ahkâf, 20) buyurmaktadır. Onun
için; ahirete göndermek, takdim etmek; fakirin-fukaranın, yoksulun acısına
duyarlı olmak, muhtacın elinden tutmak, yetimin başını okşamak hem Abdurrahman
b. Avf’ın hem de onun ders aldığı iki cihan serveri âlemlere rahmet Muhammed
Mustafa (a.s.)’ın bize bırakmış olduğu güzel sünnettir.