Burka ya da çıplaklık
Yıllar önce vefat etti. Memleketini
terk etmek zorunda kalan bir Afgan arkadaşım vardı. Babası askeri diplomat ve
kendisi bilgili, bilinçli bir insan olduğu için olan bitenin farkında bir
insandı. Ülkesinin elleri kolları bağlı vaziyette kıymetli maden rezervinin
nasıl çalındığından, küresel hırsızlıktan, gasptan, talandan bahsederken göz
çukurlarına dolan hınç ve kahır bir çay içimi paylaştığımız mekâna taşardı. Aslında
sevdiği bir mesleği vardı. Doktordu. Fakat ağır şartlara maruz kalmış kaderi
gereği, çok sevdiği mesleğini, ancak sivil anlamda yakınlarına karşı icra
edebilmişti. Bilgi ve bilinç düzeyi yüksek bir Afganlıydı.
Şimdi olsaydı ülkesine dönmek ister miydi, bilmiyorum. Fakat küresel veya
yerel bütün işgallerden, talandan, maddi manevi sömürüden kurtulmalarını ne çok
isteriz. İşgal ve talanın yabancısı bir başka, yerlisi daha bir başkadır,
bilirsiniz.
Bu arada yine en çok kadın üzerinden yürütülen bir algı var. Kadın konusu
insan üst çatısının altına, erkekle beraber sığdırılamıyor, biliyorsunuz.
Muhtemelen insandan farklı, alt insan, ikinci sınıf insan olarak düşünülme
aşamasında olduğu için ayrıca mevzu olma hassasiyetini koruyor.
Malum Taliban yorumunun İslam'la özdeşleştirilmesiyle beraber, “Bakın bu
din işte böyle ve bunlara engel olmazsak bizim de sonumuz bu!” şeklinde bir yaklaşım
dünyadan daha hızla dönüyor, döndürülüyor.
Bir kere kadını ezmeyi denemeyen hiçbir din yorumuna, ideoloji yorumuna
rastlamadım. Yorumuna rastlasam pratiğine rastlamadım. Daha evvelsi gün Sinema
Akademisi workshopları için bulunduğum Gaziantep’te güzel bir camiye doğru
hızla namaza ilerlerken, elinde tesbih, sakalını oynata oynata konuşan bir
vatandaş, azarlamacı bir sesle önce camiden ayrı ters bir köşeye yaptırılmış
bayan namaz kılma yerine beni adeta kovdu. Yetmedi. Çıkınca o köhne, o eski
halılı ve yine malum fazlalık eşya deposu gibi de kullanılan bölümün kapısını,
namaz kılarken kapamamış olduğum, iş bu vesile mahremiyete dikkat etmemiş
olduğum için ve “sen bir kadınsın üstelik, bir mümin olarak ben seni
uyarıyorum” diye diye söylendi. Ve biz Taliban’ın filan olmadığı bir ülkede
yıllardır bu tiplerce tersinden tacize uğruyoruz.
Velhasıl kadını ezmeyi denemeyen hiçbir din yorumuna, ideoloji yorumuna
rastlamadım. Yorumuna rastlasam pratiğine rastlamadım. Kadın ne zaman bu
yaşamsal yorumlara aktif manada saçı uzunsa bile var olan, -eh idare eder-
aklıyla katılsa bu yorumlar o zaman adalete bir parça yaklaşır. Din içinde de
dinsizlik içinde de yorum ve yaşam geleneği bakımından kadın hakları daima
ikinci sınıfta kaldı. Kalır da...
Bunda sadece yarım akıllı erkek değil, yarım akıllı yani aklını
kullanmayan, fikrini yaşama sürmeyen bütün kadınlar da suçludur. Yani suç bir
din veya ideolojide değil, insandadır. Bütün bu çirkef algıların
oluşturulmasına, ülkelerin bağımsızlıklarını, masum halkların tabi haklarıyla
donanacak hayatlarının abluka altına alınmasına neden olan küresel güçler ve
yerli işbirlikçileri kuru gürültü sloganların dışında, farklı bir şekilde kahretmek
lazım. Gerçekçi kahır şekil ve yöntemlerini çeşitlendirmek lazım. Bilimle,
bilinçle, sanatla donanarak ve üzgünüm durmaksızın, üzgünüm her zamankinden
daha çok çalışmak lazım. Olacak olacaktır. Bu oluşta ne kadar var olacağız,
önemli olan o.
Uzak ya da yakın, küresel veya yerel, yerli milli her türlü işgale, talana,
baskıcı, dayatmacı, gerici veya ilerici bütün yobazlıklara, geleneksel veya
modern, hatta çağdaş, güya sosyalist ideolojilerin ya da bildiğimiz fikirsizliklerin,
ahlaki çürümüşlüklerin arkasına saklanmış bütün faşistler kahrolsun.
Burka ile çıplaklık, aşırı bürün-dür-me ile aşırı soyun-dur-ma kafamda
eşleşiyor. Kişisel tercihlere saygı duymakla beraber, yaşamın tabii akışına taş
koyan aşırılıkların toplum hayatına fevren ve saygısızca yansıtılmasından yana
değilim. Aşırı tesettür ya da aşırı çıplaklık, her ikisinin temelinde de kadın
için olmayan fakat kadın üzerinde gerçekleşen başka bir niyet var. İkisi de
karşıt ve uç ideolojilerin erkekçi (feministin tam Türkçeye çevrilmiş
karşılığı) yorumunun marifeti. Kadın adına dinin veya hayatın aslına değil,
yorumuna, yani kul-insan ve daha çok erkek yorumuna kayıtsız şartsız itaat, edilgenlik,
kimliksizlik, nesnelik, neyse ne lik... ve daha pek çok şey düşüyor akla.
Ne peçeli, ne de çıplaklıktan dokunmuş peçesiyle teninin
putlaştırılmasına boyun eğmiş ve sapkın erkekçilik ideolojisinden
bağımsızlaşamamış, ne sakallı, ne de grand tuvalet (ki bazen söylenişi gram
olarak da geçiyor) imajın saklambacında yarım insan ideolojisinden
bağımsızlaşamayan insan zihnine aşkolsun! Olgunluğu ne yaşa, ne başa hala
koyamayan insanlığa yazıklar olsun. İnsanlık geçen onca çağlara rağmen
yetmişine varmış bir ergen gibi dolaşıyor dünya sokağında.
Küresel güç unsurlarından beslenen
ülkelerin siyasetçileri ailesine daima haram lokma getiren ahlaksız babalara,
halkları da "bu üzümün/konforun bağı nerde?" diye sormayan bencil
ailelere benzetirim.
Her vicdan üstünde zulüm dönen bütün
toprakların yeraltı zenginliklerini ayak altlarından kaydıran zalim çetelere
adaleti tattırmayı ister. Baklavanın ortasından tadar gibi...
Öncesinde adalete kişisel katkımız ne
olabilirin peşine düşmek zorundayız. Eninde sonunda öç değil, şimdiden
bencillikten, lüksten göçerek adalet. Tembelliği tetikleyen değil, hep beraber çalışmayı
yeğleyen...