Bulmak veya bunalım
Hz. Musa’ın Hızır’ın öğrencisi olmak istemesiyle, hikmete, ilme karşı alçak gönüllülüğü, öğrenme merak ve samimiyeti, bilgiye karşı hep öğrenci kalınacağını gösteriyor. Musa as arayışın öğrencisiydi.
Bu toplumun, kalabalıkların öğretmeni bile olsa en başta öğretmenler öğrenmeye devam etmeli, yenilenen ve değişen hayatı en yakın ilk takip eden onlar olmalı fikrini veriyor. Öğretenler bu şekilde kitap ve hayatın güncelleyicisidirler. Kitapla hayatı birbirine ahenkle kaynaştıran olmaktır belki de öğretmenlik. Kitapla hayatın sentezidir. Satırları cadde, sokak bilmek, virgülle hayatın içinde nerde ne şekilde soluklanacağını, adımlarını nasıl atacağını düşünmek adına bir dinginliği, nokta da herhangi bir şeyi kararlılıkla tamamlayabilmeyi öğrenmek şeklinde gerçekleşebilir, kim bilir… Sonra o anlamı hayatının bütününe nasıl doldurabilir ve yayabilir? Bunun cevabını vermeye çalışmaktır “öğretmenlerin-ulakların” yapması gereken. Bu nedenle bilgeliğin yoluna düşmek, peşinde olmak gerekir.
Malum ve meşhur hikâyede şeriatı/yaşam kurallarını temsil eden Musa; kurallar da boyun eğer fikrini veriyor. Kurallar da daha üst bir hakikate, hikmete boyun eğmeli ve eğer kuralların sorgulaması güzel yapılırsa insan kurallara daha olgun boyun eğer düşüncesini hatırlatıyor.
Belki de hikmet dediğimiz sorgulamalar bütünü; daha güzel boyun eğmek için yapılan bir dik başlılıktır.
İllet kelimesi; yani geçici neden, hastalık derecesine varan alışkanlık gibi anlamlara geldiğine göre illet kalkınca kural da ona göre değişir ve bir kural yeni illetine göre yeniden şekil alır. Öyleyse fıkıh ve ilmihaller hala eski/miş, değişmiş nedenlerin üstünde yaşatılmaya devam edilemez gibi açılımları gündemimizde tutuyor.
Evet bilgi büyük bir güçtür fakat bilgelik de o gücün kullanılması aktarılması ve yaşanmasıdır. Bilgi zorunlu ancak yeterli değildir. Hikmet arayışı bir ömür boyu süren yolculuktur. Kimi, neyi, yeşil; yani düşünsel anlamda üretken, bereketli görürsek, onunla yol arkadaşlığı yapmalı, bilgeliğe karşı haddimizi bilmeli, bilgelik karşısında nerde duracağımızı ve nerelere kadar gidebileceğimizi bilmeliyiz.
Bilgiyi, bilgeliği arama uğraşısı, bilgelik sevgisi olan felsefe, aynı zamanda hakikat arayışıdır. Hikmetle felsefe kimi zaman aynı noktada buluşur. Fakat sanki hikmet felsefenin mümin halidir. Felsefe ise mümin olmayı bazen ön kabul olarak düşünür ve ön kabulleri oldukça sorgulama işinin donacağı iddiasında bulunur. Halbuki mümin olmak; tek bir üst hakikat kalıncaya kadar hemen her şeye hayır diyebilmenin diğer adıdır. Asıl mümin isyancının tekidir. Fakat ne olgun bir isyan… İlkeli isyanlar silsilesi…Ve evet nihai bir amacı olmayan hiç bir sorgulama amaçladığı o özgür tepeye çıkamaz ve kendi üstüne, bunalımlarına yığılır kalır. Bugün felsefecilerin çoğunun, “buldum!” çığlığı ile halka yaşama sevinci yayacağına, puslu bunalımları ve yaşarken ölmeyi entelektüelliğin kesin gereği gibi göstermeleri bunun kanıtı mıdır yoksa…
İnsan aslında aydınlığı aramaktadır. Bu aydınlık; bilgi ile erdemin birleşmesinden oluşan bir olgunluk ve insanın öz varlığından doğan içsel bir aydınlıktır. Erdemsiz felsefe olmuyor. Erdemsiz hikmet hiç olmuyor…
Şu da unutulmamalıdır ki; çok bilgi insanı bir alanın bilgini yapabilir. Bilim insanı yapabilir. Ancak bilge yapmaz. Bilgiden fikir üreten kişi entelektüeldir. Çok okumuş da olabilir bilge, hiç okumamış da… Kesin olan çok düşünen biri olduğudur.