Dolar (USD)
35.17
Euro (EUR)
36.74
Gram Altın
2966.84
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Bulmak için kaybetmek gerekir

Ne kadar duyarlı ve sorumluluk bilinci ile kuşanmış da olsak, dünyanın süfli ve alçak duraklarında hep unuturuz bir muhacir gibi dünyaya atıldığımızı.

Oysa yaşadığımız sürece, karşılaştığımız ölümler, yıkımlar, en sevdiklerimizin bizi aniden terketmeleri, ölümle an an yüzleşmemiz bizleri adeta an an ölüme, sonsuz hayatın kucağına doğru sürükler. Bu sürüklenmeyi yaşarken adeta yapışıp kaldığımız dünya hayatında vazgeçemediğimiz varsıllarımız vardır. Bağlandığımız eşimiz, evlatlarımız vardır. Bir ömür çalışarak, alın teri dökerek biriktirdiğimiz onca yığın yığın mallar, dünyalık meta vardır.

Zaman geçer, yaş ilerler, muhacirlik derin bir ironi ile seslenir oysa içli ve yanık bir türkü gibi. Yaş ilerler, muhacir bir ruhun derin sızısı ile acılara ve hüzne yaslı, bilinç ve erdemler yüklü teslimiyet durağına doğru ilerlemek istersiniz. Belki de nice imtihanlardan sonra, fersah fersah yolları aşıp, yaralı, kırgın ama o denli de yaşadınız onca acının semeresi olarak arınmışlıklarla nice zorlu menziller vardır ulaştığınız.

Hazreti Âdem’le Hazreti Nuh arasında insanlığın hayatı âdeta askıya alınmış bir hayattı, berzah hayatı idi, kendi açılarından değil, bizim açımızdan. İnsanlık Tarihi açısından. Âdeta her an insanlık, geriye dönecek, Cennete bu dünya hayatı itibariyle de çekilecekti. İdris Peygamberde olduğu gibi, iki dünya arasında sallanan bir alev gibiydi insanlığın hayatı. Titrek bir alev.” Üstat Sezai Karakoç’un titrek bir aleve benzettiği dünya hayatı nasıl da muhacirlikle örtüşür oysa. Muhacir de tıpkı titrek her an sönecek bir alev gibi, yalın, göçebe, her an söndü sönecek bir ihtiza hali ile sallanır durur yaşadığı yerlerde.

Titrek bir alev gibidir insanoğlu dünya hayatını yaşarken ve gerçek anlamda tam bir muhacirdir. Başka ülkelerden, başka şehirlerden, savaşlardan, yıkımlardan gelip konmuş insanlara muhacir tanımını kullanır ama aslında kendisi cennet yurdundan sürgüne uğramış en has muhacirdir.

“Benim dünya ile ilgim, bir ağaç altında dinlendikten sonra, yoluna devam eden yolcu gibidir” diye buyuran Efendimiz geliyor aklımıza. Bu ifade ile tam bir muhacirdir Efendimiz. Yaşadığı sürece, erdemli, onurlu, izzetli bir yaşantıyı hayatının her anında soylu bir kader gibi yüklendiğinde, süfli olandan, dünyaya bağlayan her türlü varsıldan nasıl uzak olduğunu görürüz. Üstün ahlakı tamamlamak için gönderildiğini her seferinde ifade eden efendimiz, eşyaya bakışı, yaşadığı çağda insanlarla olan münasebeti onun muhacir ruhunun ipuçlarını verir. Ölüme akarken an an hisseder gerçek ve hakiki hayata doğru adım aldığını. Sonra gerçek dirilişe, mutlak yaşantıya akarken nasıl da yaşanası eşsiz coşkuyu ve eşsiz hüznü içselleştirdiğini görürüz. Hakikat tam çıplaklığıyla sarıp kuşattığında onun mübarek yaşantısını, o her anlamda muhacir bir ruhla, muhacir bir özveriyle, muhacir duruşlu bir vazgeçişle dünya duraklarında soluklanmış ve miras olarak sadece eşsiz ahlaki yaşantısından yaşam kareleri bırakmıştır geriye.

Muhacirlik yersiz yurtsuzluk demektir. Bir ömrü kendi ülkesinden sürgün edildikten sonra ülke ülke dolaşan Edward Said’in kitabının adı; ‘Yersiz Yurtsuz’. Dünya hayatını bir sürgün gibi yaşayan insanoğlu için de bu ifadeyi kullanmamız mümkündür. İnsan dünyada meskenler, evler, kaleler, saraylar inşa etse de gerçek anlamda yersiz yurtsuzdur. Çünkü o hiçbir zaman yaşadığı dünyaya ait değildir. Ölümlerin arkasından acılar yaşanır. Özlemler birikir. Ama insanoğlu en sevdiği can parçasını bile kaybetse alışır ölüme, kaybettiğine, asıl vatanına iltica edene. Çünkü ölen kişi ait olduğu yere göç etmiştir. Silinmiştir hafızalardan. Önce sesi, sonra görüntüsü, sonra birlikte geçirdiğiniz anılar silinir yavaş yavaş. Ama silinir, unutulur, ölüm acısı artık yakmaz yürekleri. Mutlaka ölüm düştüğü yeri yakar kavurur. Benim anlatmak istediğim ne kadar büyük acılar çöreklense de yüreğine, yine geride kalanların kaldıkları yerden hayatlarına aynen devam etmeleridir. Bu olağan ve gerçekten de olması gereken bir durumdur. Her ölüm sonrası yitirdiklerimi hayırla yâd ederken onların gerçek yurtlarına nasıl da ait olduklarını hissettim. Ve bu duygu yüreğimi bir nebze serinletmiştir. En yakın zamanda ahirete göç etmiş meşhurları hatırlayalım. Zeki Müren’i, Barış Manço’ yu, Kemal Sunal’ı. Ve pek çok yazarı. Tabi sanatçıların eserleri ölümsüzlük mayası taşıyorsa mutlaka arkadan gelenlere yol gösterecek ve kalıcı olacaktır. Kaç kişi, kaç hayranı hatırlar meşhur olmuş sanatçıları. Ancak ölüm yıldönümlerinde… Hayatlarını büyük bir coşku ile yaşamış olsalar da ölüm onları sarıp kuşatmış ve kendi iklimiyle unutturmuştur. Çünkü onlar ait olduğu taraftadır.

Acıyı güzele, kötüyü iyiye çevirmek lazım. Bunu da ancak sanatla yapabiliriz. Ölümsüz olan bir tek o çünkü” diyerek, asıl geride kalan sanat eserinin uzun ömürlü ve kalıcı olduğunu ifade eder Üstad Nuri Pakdil.

Zordur muhacir duyarlılığıyla dünyadan an an kopar gibi yaşamak. Mum ışığı titrekliğinde, korku ve ümit arasında gerçek dünyaya, ait olduğu gerçek yaşama doğru anlamlı bir yürüyüşü başlatmak. Zordur, çünkü hayat akıp gider ya, hayatın sonuna doğru yürüdükçe dünyaya bağlılık da artar. Arkasında ona ram olmuş evlatlar, eş, kardeşler, dostlar vardır. Vazgeçemeyeceği makamı vardır. Sanatçıdır, eşsiz eserler ortaya koymuştur. Ve onu varsıllarla bütünleştiren büyük bir zenginlikle egosunu okşayarak adeta küçük bir ‘Tanrıcık’ haline dönüştüren ürünlerinin, eserlerinin önünde el pençe divan durur. Bağlanır, içi erir, tüm eserleri artık onun yarattıklarıdır tırnak içinde ve o ne kadar ölümsüz olduğunu hisseder, yüreği gönenir.

An an yaklaşan kıyameti vardır oysa insanoğlunun. Topraktan geldiği için yine anavatanı olan, harcı olan, bedenini insanlaştıran toprağa doğru yürüyecek, onun tüm kirlerini, tüm kinlerini, tüm acılarını, tüm yokluklarını ve günahlarını adeta toprak örtecektir. Ki toprak her şeyi örter, arındırır, bağrında toplar tüm kokuşmuşluğu. Tüm tohumlar toprağa atılır ya gün gelecek, mevsiminde o tohumlar yeşermeye duracaktır. Muhacir olarak toprağın bağrına doğru yolcu olmuş olan insan da bir gün gerçek yaşantısına uyanacaktır. Cennetini kaybetmişti ama bulması için kaybetmesi, yitirmesi gerekiyordu. Çünkü bulmak için kaybetmek, yitirmek gerekir.