Bülbül Osman
Osman diye biri vardı bir
zamanlar. Ufak tefekti. Boyu posu yoktu ama özünden razıydı. Çarşıda dolaşır,
halka devletin taleplerini ilan ederdi. Tellal derlerdi kendisine. Sesi güzeldi
ama söyledikleri halkın mesafe koyduğu şeylerdi. Ve bir gün yine Osman çıktı
sahneye başladı tellallığa.
— Ey ahali, ey
ahali! Duyduk duymadık demeyin! Duyduk duymadık demeyin! Bu sözümü iyi dinleyin.
Bu sözümü iyi dinleyin. Devlet size para veriyor. Devlet sizi para almaya
çağırıyor. Ey ahali ey ahali siz niye uzak duruyorsunuz devletten para almaya.
Neden gelmiyorsunuz bu paraları evinize götürmeye. Bu son sözüm.
Osman bülbül gibi şakıyordu. Halkın
içinde bir tedirginlik başladı. Osman’ın tellallığı devletin halka verecekleri
üzerine olunca köşe bucak saklanırdı halk, köşe bucak uzaklaşırdı Osman’dan.
Hele bu tellallık devlet tarafından bankalardan verilen kredi diye anlaşılınca
halkın benzi sararır, nutku tutulurdu.
Osman’ı çok sevdikleri halde
ondan uzak durmaya çalışırlardı. Çünkü halk bilirdi banka kapısının bir kavga
kapısı, yani helal ile haramın birbiriyle en çok mücadele ettiği yer olduğunu.
Bülbül Osman, çarşının bir
ucundan diğer ucuna avazı çıktığı kadar bağırmaya devam ediyordu.
Tellal bu ya, bazen kendini
kaptırır sözün şehvetine, bazen de hakikatine. Yıllar sonrasını görmüş gibi
haykırmaya başlardı.
Bizim tellal Bülbül Osman için
bugün o günlerden biriydi. Osman çok heyecanlı ve sözün derinliğine kendini
kaptırmış gibiydi.
—
Ey ahali ey
ahali! Fakir olan ve devletin vermek istediği paradan uzak duran ahali! Neden
almıyorsunuz bu paraları! Bilesiniz ki öyle bir zaman gelecek, çocuklar
doğmadan bile baba ve anneler bu parayı almak için banka kapılarında sıraya
girecek. Helal demeyecek, haram demeyecek hatta bunları diyenleri deli görecek.
Siz niye almıyorsunuz bu paraları? Niye devlete baş kaldırıyorsunuz ey ahali?! Devlet
size para verir, gelin ihtiyacınızı görün, sonra paraları geri getirin diyor.
Ey ahali siz bu
kredileri almıyorsunuz, gelecekte bu kredileri almayan kalmayacak. Faiz
dediğiniz şeye bulaşmayan olmayacak. Haram denen şeyden uzaklaşan kalmayacak. Gelin
devlete isyan etmeyin, alın kredileri yetiştirin ahırlarınızda ve köylerinizde
hayvanları.
Aha men özüm
size direm! Gelecekte bunu almayanlar deli olarak bilinecek. Benim gibi meczup
görülecek onu da biliyorum.
Ey ahali işte bu
size son sözümdür. Bülbül Osman’ın bu söyledikleri kulaklarınıza küpe olsun.
Bugün de Bülbül Osman bir meczup
gibi algılanmıştı. Çarşıdaki dükkanların önünde kahvelerdeki taburelerde
oturanların garip ve hayret verici aynı zamanda öfke dolu bakışları arasında
kaybolup gitmişti.
Aradan uzun bir zaman geçmişti.
Az da olsa bankalardan o parayı alanlar olmuştu. Alanlar sadece almayanların
töhmet altında bırakan bakışlarının değil aynı zamanda parayı zamanında
ödemenin telaşıyla bütün mahsullerini satıp Bülbül Osman’ın sesini duymak için
beklemeye geçmişlerdi çoktan. Ama ortalıkta bir türlü görünmüyordu tellalımız.
Halkın içinde bir fısıltı yayılmaya başlandı.
— Acaba Osman
öldü mü!
— Olabilir vallah! Aylardır yok
ortalıkta.
— Yok yok. Öyle
sevinmeyin efendiler. Osman çıkar gelir bir yerden aniden.
— Niye sevinelim efendi.
— Ne bileyim.
Belki Osman öldü devlet de bizi unuttu dersiniz.
— Devlet hiç unutur mu! Hele bu
devletin alacaklı olduğu bir konu ise asla unutmaz.
— Doğru diyor
Burhan Efendi. Biz sadece Osman’ı ve tellallığını merak ettik. Borcumuzu, hatta
köylülerin aldıkları borcu ilan eden daima Bülbül Osman’dır.
Bu konuşmalar uzayıp giderken
çarşının öbür ucundan sesi duyulmaya başladı Bülbül Osman’ın. Hem de çok gür ve
devletin alacaklı temsilcisi ve bankaların yöneticisi gibi bir edayla.
— Ey ahali ey
ahali! Aldınız paraları devletten. Ektiniz tarlaları hep bir elden. Yetiştirdiniz
hayvanları o güzel yaylalarda veya ahırlarda. Borçlarınızın vakti geldi. Devlet
baba verdiğini istiyor! Bugün son gündür borçlarınızı ödemek için. Neyiniz var
neyiniz yok satın, verin devlet babanın borcunu. Yoksa sonu kötü olur. Misliyle
alır devlet sizden. Hem kaybedersiniz vallahi her şeyinizi. İzzet ve şerefinizi
namus ve haysiyetinizi hem de en değerli şeylerinizi. Bankalarla oyun oynanmaz.
— Ulan Osman!
Krediyi verince bülbül gibi şakıyordun. Şimdi almaya gelince neden karga gibi
ses çıkarıyorsun.
— Ben Osman’ım.
Bülbül diyen de siz, karga diyen de. Fazla konuşmadan ödeyin borcunuzu beni de
hasta etmeyin efendiler.
Çarşıdaki halk Bülbül Osman’ı
görünce sevinmiş ama söylediklerine pek anlam veremeden borcunun ödemek için
bankanın yolunu tutmuştu. Osman da halka göz ucuyla bakarak bu günler sizin
iyi günleriniz. Daha beter günler gelecek ve her şeyimizi kaybedeceğiz bu
bankaların yüzünden der gibi karanlığa karıştı ve bir daha sesi duyulmadı.
Çünkü…
Tarihin neredeyse 100 yıllık bir
mazi dilimini yaşayan bahtiyar bir ihtiyar bu mevzuyu anlatınca birden
ciddileşti ve “Allah şirin akıldan etmesin oğul hem de ele ayağa
düşürmesin” dedi. Bir müddet maziye bakar oldu. Orada biraz durdu.
Sonra günümüze geldi ve bütün bu söylediklerini dört mısrada özetledi.
Adama dediler
paran var mı
Dedi ki borcum
yok
Yaşın kaç
dediler
Dedi ki evimde
huzurluyum
Ah nasıl bir hazinedir maziyi dolu dolu
yaşayanlar! İkbalini ve istikbalini inşa edemeyenlerdir bu maziden mahrum
kalanlar.