Buhrandan Kaçış -1: Organik Devrim Öncesi
Uzun bir süredir soykırım, işgal, savaş ve adi suçluların
çocuk katliyle sınanan vicdanlar, dertlenme sıralamasını da buna göre
düzenliyor. Ne olursa olsun dünya gailesinden azat edilemiyoruz. Akıştan kopmak
da dert, kopmamak da… Gündem içini sıkıp bunalttığında yüzünüzü çevirmeyegörün,
sanki intikam alırcasına daha can yakıcı olaylarla dolup taşıyor.
Ama işler güçler dur durak bilmiyor. Bunca gemi yürür
giderken durup bir bakalım diyoruz. Zamanın getirdiği ve benimsendiğinden
pürüzlü görünümünü gizleyen sıkıntılarla karşılaşıyoruz. Bunlar temeli,
yaradılışımıza yönelik farkındalığımızı, hayata bakışımızı ve algımızı
belirleyen sıkıntılar. Öyle ki duruşumuzu belirsizleştiren, insicamımızı bozan
meselelerle muhatabız. Belki de hemhâliz; ama mesafemizin pek farkında değiliz.
Dünyanın sonuna dair korkutucu söylemler, hastalık korkusu,
felaketler zinciri şoku karşısında kendini ve toplumu koruma programı ve
değişen gelecek projeleri… Hepsi, her birimizi yeni yeni muhasebelere zorluyor.
Telaşlı ve bol sürprizli bir kurgunun içinde mutlu sona erişme çabasındayız.
Birçoğumuz için o mutlu son, sınırları zorlayan bilim
cüretkârlığında saklı. Ama dağlara, kırlara, ovalara kaçanlar başka bir
kurtuluşun işaretini fark etmiş görünüyor. Umudunu organik düzeneklerde arayanlar
artık hiç de az değil. Üstelik bu, 68 kuşağının kendi yaradılışını reddederek
kurguladığı doğa çılgınlığına da hiç benzemiyor.
Bugünlerde habitatını arayan ve bulanların düsturu, dünya
gerçekliğinin kabulünden yola çıkan, teknik imkânlara faydacı bir mesafeyle
yaklaşan, ayakları yere basan bir olgunlaşma evresinde. Üstelik giderek mikro
ütopyalarla makro distopyaları bertaraf etme mücadelesine dönüşüyor.
İMKÂN VE HAD
Sanayileşmeyle birlikte dünyada yanıcı-patlayıcı tehlikeler
de arttı. Bu tehlike, makinenin su kaynatması ya da bir petrol kuyusu yangını
gibi kısıtlı bir çevrenin muhatabı olmakla yetinmedi.
Nükleer sızıntılar okyanus ötesine dahi taşınabiliyor,
akıllı makinelerin besin kaynağı “g” teknolojisinin beşinci aşamasının salgın
hastalıklara zemin hazırladığı konuşuluyordu. Makine kuşatıcılığında yaşamak,
insanilikten uzak bir şeyleri de çağırıyordu. Ve bunca teknik, mekanik ve
teknolojik unsura tâbi olduğumuz günden beri gizemli bir şeyler kapıda bekleyip
duruyorduk.
Teknolojinin haddini aştığına dair örnekleri temaşa ettikçe
bunun ödenmesi gereken bir bedele işaret ettiği hissine kapılıyorduk. Patlamaya
hazır nükleer silahlar huzur bozucuydu. Bir makinenin insan beyninden daha
sistematik ve mükemmel olabileceği iddiası sinir bozucuydu.
Makineleşme tarihine yığılıp duran yenilikler ve kavrama
haddini çoktan aşmış dijitalleşme yüzünden -birçoğumuz sebeplerin farkında
olmadan- felaket senaryolarını ilgi çekici buluyorduk.
İhtiyaç duyulan cevap işin sonunda bir felaketin olup
olmayacağı değildi; ödeyeceğimiz bedelin az mı yoksa çok mu yıkıcı olacağıydı.
Çünkü tabiat ondan söküp aldıklarınızı geri almak için her an harekete
geçebilirdi. O da hayatın bütünü gibi boşluk kabul etmezdi.
Her bir taş, her bir metal, her gram petrolden geriye kalan
bütün boşlukları doldurabilir kabiliyette mükemmel bir sistemdi. Anlıyorduk ki
içindeki hangi organizmayı değiştirmeye, dönüştürmeye, aşındırmaya, yıpratmaya
veya özünden kopuk biçimde yenilemeye kalksak bunun bedelini ödememiz
gerekirdi.
Tabiata aykırı olan, insan bünyesine de aykırıydı. Bu
aykırılığı şahlandırınca beton ve çeliğin katı yaptırımlarıyla sistemli bir yok
edişe/oluşa evrildik. Sanayi Devrimi birden fazla ipucu yakalamak gibiydi.
Ardında harikalar diyarı saklı sayısız kapıyı açan maymuncuktu âdeta.
Buhar gücüyle ulaşımı kısaltmak, elektrik sayesinde kıyı
köşeyi dahi kolaylıkla aydınlatmak gibi romantik sonuçlardan öte, sonsuz hayat,
yapay zekâ, insan yaratmak gibi ileri hedefleri zorluyor ve buna ulaşmak için
aşikâr biçimde masumun hayat hakkından, havasından, suyundan, kısacası
rızkından çalıyordu.
Sorun senaryolarda değildi aslında. Bir şeyleri sonuna kadar
tüketmeye, nimetin dibini görmek için hınçla çalışmaya adanmış modern
prototiplerin akıl almaz çabasına aldanmaktaydı. Dahası onun bir parçası
olmaktaydı...
Modernlik keyif, konfor, eğlence, boş zaman, kendini
gerçekleştirme vadederken hem maddi hem de manevi yaradılışımızdan bir şeyler
çalıyordu. Bunun seyircisi kalmak veya oyuna dâhil olmak dik kafalıları,
kavgayı ve her türlü didişmeyi azalttı; bizi bu dünyanın uyumlu bir parçası
yaptı. Eğer rüştünü ispatlamış bir millet böyle yol almayı seçiyorsa, diğer
milletler de yolculuğu her aşamasıyla tekrarlamaya mecbur kalıyordu.
Büyük pençelerle ve toynaklarla ezilmemek ve yok edilmemek
için, her toplum ayaklarını modernlik yoluna revan eylemeliydi.
(Devam edecek)