Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Buhrandan Kaçış -1: Organik Devrim Öncesi

Uzun bir süredir soykırım, işgal, savaş ve adi suçluların çocuk katliyle sınanan vicdanlar, dertlenme sıralamasını da buna göre düzenliyor. Ne olursa olsun dünya gailesinden azat edilemiyoruz. Akıştan kopmak da dert, kopmamak da… Gündem içini sıkıp bunalttığında yüzünüzü çevirmeyegörün, sanki intikam alırcasına daha can yakıcı olaylarla dolup taşıyor.

Ama işler güçler dur durak bilmiyor. Bunca gemi yürür giderken durup bir bakalım diyoruz. Zamanın getirdiği ve benimsendiğinden pürüzlü görünümünü gizleyen sıkıntılarla karşılaşıyoruz. Bunlar temeli, yaradılışımıza yönelik farkındalığımızı, hayata bakışımızı ve algımızı belirleyen sıkıntılar. Öyle ki duruşumuzu belirsizleştiren, insicamımızı bozan meselelerle muhatabız. Belki de hemhâliz; ama mesafemizin pek farkında değiliz.

Dünyanın sonuna dair korkutucu söylemler, hastalık korkusu, felaketler zinciri şoku karşısında kendini ve toplumu koruma programı ve değişen gelecek projeleri… Hepsi, her birimizi yeni yeni muhasebelere zorluyor. Telaşlı ve bol sürprizli bir kurgunun içinde mutlu sona erişme çabasındayız.

Birçoğumuz için o mutlu son, sınırları zorlayan bilim cüretkârlığında saklı. Ama dağlara, kırlara, ovalara kaçanlar başka bir kurtuluşun işaretini fark etmiş görünüyor. Umudunu organik düzeneklerde arayanlar artık hiç de az değil. Üstelik bu, 68 kuşağının kendi yaradılışını reddederek kurguladığı doğa çılgınlığına da hiç benzemiyor.

Bugünlerde habitatını arayan ve bulanların düsturu, dünya gerçekliğinin kabulünden yola çıkan, teknik imkânlara faydacı bir mesafeyle yaklaşan, ayakları yere basan bir olgunlaşma evresinde. Üstelik giderek mikro ütopyalarla makro distopyaları bertaraf etme mücadelesine dönüşüyor.

İMKÂN VE HAD

Sanayileşmeyle birlikte dünyada yanıcı-patlayıcı tehlikeler de arttı. Bu tehlike, makinenin su kaynatması ya da bir petrol kuyusu yangını gibi kısıtlı bir çevrenin muhatabı olmakla yetinmedi.

Nükleer sızıntılar okyanus ötesine dahi taşınabiliyor, akıllı makinelerin besin kaynağı “g” teknolojisinin beşinci aşamasının salgın hastalıklara zemin hazırladığı konuşuluyordu. Makine kuşatıcılığında yaşamak, insanilikten uzak bir şeyleri de çağırıyordu. Ve bunca teknik, mekanik ve teknolojik unsura tâbi olduğumuz günden beri gizemli bir şeyler kapıda bekleyip duruyorduk.

Teknolojinin haddini aştığına dair örnekleri temaşa ettikçe bunun ödenmesi gereken bir bedele işaret ettiği hissine kapılıyorduk. Patlamaya hazır nükleer silahlar huzur bozucuydu. Bir makinenin insan beyninden daha sistematik ve mükemmel olabileceği iddiası sinir bozucuydu.

Makineleşme tarihine yığılıp duran yenilikler ve kavrama haddini çoktan aşmış dijitalleşme yüzünden -birçoğumuz sebeplerin farkında olmadan- felaket senaryolarını ilgi çekici buluyorduk.

İhtiyaç duyulan cevap işin sonunda bir felaketin olup olmayacağı değildi; ödeyeceğimiz bedelin az mı yoksa çok mu yıkıcı olacağıydı. Çünkü tabiat ondan söküp aldıklarınızı geri almak için her an harekete geçebilirdi. O da hayatın bütünü gibi boşluk kabul etmezdi.

Her bir taş, her bir metal, her gram petrolden geriye kalan bütün boşlukları doldurabilir kabiliyette mükemmel bir sistemdi. Anlıyorduk ki içindeki hangi organizmayı değiştirmeye, dönüştürmeye, aşındırmaya, yıpratmaya veya özünden kopuk biçimde yenilemeye kalksak bunun bedelini ödememiz gerekirdi.

Tabiata aykırı olan, insan bünyesine de aykırıydı. Bu aykırılığı şahlandırınca beton ve çeliğin katı yaptırımlarıyla sistemli bir yok edişe/oluşa evrildik. Sanayi Devrimi birden fazla ipucu yakalamak gibiydi. Ardında harikalar diyarı saklı sayısız kapıyı açan maymuncuktu âdeta.

Buhar gücüyle ulaşımı kısaltmak, elektrik sayesinde kıyı köşeyi dahi kolaylıkla aydınlatmak gibi romantik sonuçlardan öte, sonsuz hayat, yapay zekâ, insan yaratmak gibi ileri hedefleri zorluyor ve buna ulaşmak için aşikâr biçimde masumun hayat hakkından, havasından, suyundan, kısacası rızkından çalıyordu.

Sorun senaryolarda değildi aslında. Bir şeyleri sonuna kadar tüketmeye, nimetin dibini görmek için hınçla çalışmaya adanmış modern prototiplerin akıl almaz çabasına aldanmaktaydı. Dahası onun bir parçası olmaktaydı...

Modernlik keyif, konfor, eğlence, boş zaman, kendini gerçekleştirme vadederken hem maddi hem de manevi yaradılışımızdan bir şeyler çalıyordu. Bunun seyircisi kalmak veya oyuna dâhil olmak dik kafalıları, kavgayı ve her türlü didişmeyi azalttı; bizi bu dünyanın uyumlu bir parçası yaptı. Eğer rüştünü ispatlamış bir millet böyle yol almayı seçiyorsa, diğer milletler de yolculuğu her aşamasıyla tekrarlamaya mecbur kalıyordu.

Büyük pençelerle ve toynaklarla ezilmemek ve yok edilmemek için, her toplum ayaklarını modernlik yoluna revan eylemeliydi.

(Devam edecek)