Bugünü peşinata saymıyorlar
Hayat
denizinde dünya denen bir köpek balığının sırtındaki yüzgece tutunarak
yaşıyoruz. Ne büyük kâbus değil mi? Belki de cesaret, kim bilir? Macera
severler için büyük fırsat. Bazıları da korkuya yakın oldukça daha az
korkacaklarını düşünerek tehlikeye yakın olmak istiyor. Adına her ne denirse
densin, dünya denen maddeden kendimizi o denli soyutlarken bir o kadar da
sahipleniyoruz onu. Ondan çok korkuyoruz, ama onsuz da hiçbir hesabımızı
yapmıyoruz. İç içe geçmiş girift duygular sarmalında çamura saplanmış araba
gibi bocalayıp duruyor, her bocalamada daha fazla batıyoruz çamura. Bir
çekiciye, kurtarıcıya ihtiyacımız var ama buna da gururumuz izin vermiyor.
Günlük
kaygıların telaşında geçinip giderken büyük hesapların uzmanı sayıyoruz
kendimizi. En büyük hesabımız ise hesabımıza yatacak olan maaş. Dolayısıyla en
çok gündemimizi de işgal eden maaş zamları oluyor. Maaş zamlarının hesabıyla
geçiyor ayın ortasından sonuna kadar geçen vaktimiz. Hükümet ile sendika
arasında enflasyon oranı üzerinden yapılan pazarlık yağmurlarında ıslanmasın
diye toplu sözleşme şemsiyesinin altına gizliyoruz onu. Ne kadar gizlersek
gizleyelim, biri galip, dolayısıyla öteki mağlup bir halde %7’si, bilemedin
%5’i ıslanıyor maaşımızın.
Yapacak
bir şey yok, şükrü nimet bilen millet olarak verilende vardır hayır diyerek halimize “Elhamdülillah” diyoruz. Dahası dünyalık işlerde hep kendimizden aşağıdakilere, ahiret işlerinde ise
kendimizden yukarıdakilere bakılması gerektiğinin öğüdüyle büyütülmüş son
nesiliz, nihayetinde. Bu sebeple ufak ayrıntılar koymuyor bize ve bizden daha
kötülerin haliyle dertlenmek düşüyor payımıza. İnsan olmanın gereği bu sırda
gizlidir bilinciyle.
Belki
de kendimizi kandırmada mahir olmuşuzdur. Kendimizi kandırmadığımızı iddia
ederek maaş ayrıntısına takılmayalım da marketlerin zam oyunları maskesini
görünce ne yapalım? Tam bir seyirlik orta oyun. Perdenin arkasından biri
kuklaları oynatırken bizi yutturuyor ve biz de kandırılışımıza tempolu şekilde
alkış tutuyoruz. Önce bindirilip sonra indirilen fiyatlar, gramajı gram gram
küçültülen ambalajlar, muadil ilaç pazarlıkları tadında rahatsızlıklar, yüzde
yüz eklenip yüzde yirmi tonajdan kar eden çok zincirli ve zincirleri bileklerimize
kadar uzanan marketler. Virgülden sonra hep doksan dokuza ayarlı rakamlar gibi
zihnimiz. Bir fazlası olursa taşacak ve zihin dünyamızın iflahı için kırmızı
odalı psikologlara koşacağız adeta. “Bu
hayat bana fazla geliyor Doktor Hanım!” diye avazımız çıktığı kadar
bağıracak ve mahalleyi ayağa kaldıracağız.
Bu
kadar küçük hesaplar içinde aynı yanılgının peşine düşerken ocak temmuz arası
maaş farklarını hesapladığımız zaman kadar cennet ile cehennemi hayat
terazisinde tartma gayreti gösteremeyişimizin aymazlığını hangi kredi kartına
taksitlendirebiliriz ki? Daha da acısı çekilen kredilerin son ödeme tarihini
hatırlatan alarmlar kurarken günde beş vakit bizi çağıran en kutlu davetin
alarmına gönlümüzü kapatışımızı hangi hesabın terazisi tartabilir? Peki en büyük
Sevgili’ye vuslat vakti olan ölüm anının alarmını kurmayı öteleyince onun
gelmeyeceğini düşünerek yaşadığımız yanılgıyı hangi ikaz bize hatırlatacak?
Parti
parti, sendika sendika, dernek dernek, cemaat cemaat, … taksim ettiğimiz
insanlığı solcu, sağcı, doğulu, batılı, şehirli, köylü gibi ayrımlar arasında
anlamını yitirmiş kavramların tedavisini prozac ve dolorex arası git-gellerde
bulmaya çalışırken bir tatlı söz, bir güler yüz reçetesini denemeyi kendimize
bir türlü yakıştıramıyoruz. Bu yılın modası asık surat deyip geçiştiriyoruz.
Buzların
erimesi için her zaman güneş gerekmez ve bazı güneşler buzları eritemez. Samimi
bir söz, aşk ile atan kalp, sevgiyle bakan göz bir anda ısıtıverir buz tutmuş
gönülleri. Tüm aysbergleri bir tatlı söz ile paramparça edebilirken atomu
parçalama derdinde bir ömrü heba edişlerimizi hesaba bile dâhil etmiyorum.
Gemi
aysberge çarpmaya görsün, o vakit deniz yanılmıyor hesabında. Dersini bütün
sınıfa anlatan öğretmen misali, gemilerden dökülenler arasında hiçbir ayrım
yapmadan herkese eşit davranıyor deniz. Yeter ki gemi batmaya mahkûm edilsin,
denizin herkese yetecek kadar kucağı ve mezarı vardır.
Durum
böyle iken insan birbirine girift nefesler uçurumunda uyuduğu uykunun düşünde
ne kadar yalnız olduğunu anladığında kredi kartının limitinin bittiğini
anımsatan bir “dıtttt” sesi duymuş
gibi irkiliyor. Yaşanılan taksitler peşinata da sayılmıyor artık. Toplu bir
hesabın artık bakiyesi olarak düşülüyor hayattan ve bir sonraki rakama
yuvarlanırken yuvarlanıp gidiyor ahirete dünyadan…
Kaygısını
güttüğümüz bin dert bir mutluluğa varmıyor yolun sonunda. Orman gibi çok fazla
ağaçtan müteşekkil olduğumuzun yanılgısını demirin soğuk yüzüyle tanışıp tek
başımıza kesildiğimizde fark ediyoruz. Bu kadar büyüttüğümüz dünya, koskoca bir
ormanda bizi sadece bir ağaç olarak görmekte, küçük bir ayrıntı olarak
kalıyoruz onun defterinde. Biz ise dünya denen köpek balığının yüzgecine
tutunarak denizler aştığımızı zannediyor, “oh
ne ala!” diyoruz. Peki, o köpek balığının bize dönüp attığı son bakışın son
anımız olacağının farkında mıyız? Hülasa yaşadığımız gün peşinata sayılmıyor ve
köpek balığının dönüp bize bakmasına ramak kaldı.
Unutma ki, her filmin sonunda köpek balığı galip geliyor.