Bu ülke ve bu ülkenin insanı
Bu ülkeyi anlamlandırabilmek için büyük tefekkürlere dalmak gerek. Bu ülke, ülkelerden bir ülke değildir, bu ülkenin varlığı tarifsiz bir mevcudiyettir. Bütün renkleri, bütün emekleriyle bu ülke tek başına bir dünya demek gibi. Bu ülkenin mevcudiyeti refah namına engellenemeyecek bir bileşkedir. Bu ülkenin üzerinde ara ara kara bulutlar dolaşsa da bu ülke tüm renkleriyle topyekun bir ulu medeniyettir.
Bu ülkenin tarihsel
mirası, bu ülkenin yarınlarına öylesine bir motif, öylesine bir ruhaniyettir
ki… Bu ülkenin lehim diye taşıdığı birleştirici doku muazzam bir nimettir.
Nimetin ardındaki hikmettir. Bu ülkenin üzerinde öylesine bir murad var ki, tam
her şey bitti diyebileceğiniz bir krizde, anatomik bir uyanış devreye girer ve
anlamlandıramayacağınız bir güç kendini hissettirir. Bu güç ulu bir makamdır.
Bu güç aziz bir emanettir.
Seksen beş milyon
nüfusu ve tüm milletleriyle beraber milletimizi tek millet yapan ‘medeniyet
milliyeti’ muazzam bir hazinedir. Gökyüzünün hazineleriyle beslenen bir ülke
olarak görüyorum bu ülkeyi. Gaybın askerleriyle muhafaza edilen bir millet
olarak görüyorum bu ülkenin insanlarını. Bu ülkenin insanları öyle bir ışıkla
aydınlanmış ki, bu milletin bir tek ferdi koca bir ülke olan bu ülkenin
izzetini bütün dünyaya ödemekten veyahut ödetmekten çekinmez. İnsanımızın
genetiğindeki iksirin karışımı ve bu iksirin kıvamında peygamber kokusu var ki
insanımızın dokusu bu biçim muazzam. Elbette bu sıradışı özellikler bizi insan
üstü yapmaz lakin bu ülke ve bu medeniyet adına taşıdığımız derdin büyüklüğü,
bize tarifsiz büyüklükteki bir derdin hasretliğini yaşatır. Bu dert ve bu
derdin ardında tüten duman ta onlarca asır evvelden gelir. Bu ülkenin insanının
ciğerlerindeki emelin derdi uzun uzun tüterken, gönlümüzdeki dava sevinci bize
bambaşka bir iklimin tebessümünü yaşatır.
Çok çalışmalıyız.
İnsanımızı yeniden keşfetmeli ve onun ufkuna gelecek asırları emanet etmeliyiz.
Bölgemiz ve coğrafyamız adına tek
sigorta olan ülkemiz ve insanımızı daha çok tanımalı ve daha çok tanıtmalıyız.
Dünya barışının bize ihtiyacı vardır. Dünyanın kuzularını kurtlara yedirmemek
için biz her dem ü daim soğukkanlılığımızı muhafaza edecek ve akıllara ziyan
bir azametle gücümüzü tazeleyeceğiz. Ülkemizin -Allah korusun- sendelemesi
mazlumun, mağdurun, biçarenin, bikes olanın azap içinde debelenmesi anlamına
gelir. Ülkemiz varsa insanlık bitmemiş demektir. İnsanımız varsa ümit
tükenmemiş demektir. Bu bir güzelleme asla değildir. Bakıyorsunuz mazlumu
bizden gayrı kim savunuyor. Dünyanın bütün servetini tüketenler bin mülteciye
bakamazken bu ülke ve bu ülkenin şerefli fertleri milyonlarcasını bağrına
basarken bunu hangi güzellemeyle izaha kalkabileceksiniz. Ülkemizin duruşu
‘‘tabiatın içinde, tabiatla birlikte ama tabiatüsü bir duruştur.’’ Bu ülke bu
duruşu kaybetmemeli. İnsanımızın bu bilinci, bu şuuru yitirmemesi demek, adalet
mücadelesinin bitmeyeceği demektir.
İnsanlık bir
kurtarıcı beklerken, gezegenimiz üzerinde bu çığılığa kim kulağını kapatıyor ve
kim kulağıyla birlikte, gönlünü, kucağını, hanesini kim açıyor. Ülkemiz bu
duruşuyla ulu bir muradın muhafızı olduğunu gösteriyor. Bu ulu muradın ne
olduğunu bilen bilir, anlayan bilir, hisseden bilir, bunu bilmeyene neyi
anlatabilirsiniz. İyisi mi biz bu muazzam ve tarifsiz gayeyi yaşayabildiğimiz
kadar içimizde yaşayalım, yaşatabildiğimiz kadar yaşatma derdinde olalım. Her
lisanı bilir; lakin tek emeli insan ve insanlık olan insanımızın içindeki nurun
şiirini daima haykıracağız. Bu ülkenin susması demek mazluma azap demektir. Bu
ülkenin durması demek, zulmün azması demektir. Bu ülkenin sendelemesi demek
zalimin fırsatı demektir.
Bu ülkenin şarkısı,
türküsü, kokusu, dokusu, hikayesi İbrahim peygaberin içinde bulunduğu ateşi,
gagasındaki bir gıdım suyla söndürmeye giden karıncanın hikayesidir. Bu ülkeyi
tanı’mak ve tanımlamak için bu hakikati sinesine kadar bilmek gerek. Bu ülke
böyle bir hakikatin ifşasıdır. Gönüllerin tarifini tasnif ederek yapabileceği
bir ülke ve bu ükenin muhafızı olan bu millet işte öyle bir millet ve medeniyettir..