Bu toprakların rengi…
İnsan
topraktan oluşur ancak yaşadığı toprak, insana rengini verir. Karakter, huy ve
mizacın oluşumunda toprağın ve coğrafyanın mutlaka etkisi var.
Vefa ya da
vefasızlık, nankörlük veya şükran duymak, hasret ve sonunda kavuşmak ya da
kavuşamamağa verilen duygusal tepki insanın mayasıyla alakalıdır. Bu
toprakların insanının mayası sağlamdır.
Gönül, kalp,
dost, dostluk, iyilik veya aşk gibi birçok değerin dile gelişi müthiştir. Dert
tasa, tutku, acı ve ölüme tepki, duygu ve insana dair her şey değerine layık
anlamını bulmuştur ve en iyi yaşanmıştır iddiasındayım bu topraklarda…
İşte
size Konya’da bir kıraathanede dile gelen anlamlı ve bir o kadarda
veciz Anadolu irfanından bir örnek:
“Baba rızık kapısıdır, açmasını
bilene
Anne Cennet kapısıdır, girmesini
bilene
Kardeş gönül aynasıdır, bakmasını
bilene
Eş, dost, hısım, akraba, konu komşu
okyanustur, yüzmesini bilene
Evlat deniz suyudur, ne içilir ne de
vaz geçilir.”
Duygular
farklı toplumlarda farklı dile gelmiş olabilir ama bu topraklarda daha
güzel ifade edilmenin yanında gönülden dile gelmiştir. Bu yüzden bizim
insanımız duygusal, dertli, içli ve daha içtendir. Kültürümüz, maniler,
Deyişlerde, türkülerde biz varız. her renkten bizi anlatıyor.
Öyle duygular var ki severek katlanılan
sızıdır, iyileşmez yara kadar iz bıraksa da yürekte ilaç kabul edilmiştir.
Kimi içine atar, yeraltı nehirleri gibi biriktirir aşkını ve sevdasını
içinde. Bazen boğulur bazen de zevkten açık denizlerde bir yelkenlide bulur
kendini. Bu toprakların insanı, insandır her şeyden önce...
Her bölgeden biz
kokarız. Her birimizde Türkiye var. Her bölgeden renk, her
renkten insan manzaraları var. Bir yanımızda acılara ve yokluğa tahammülün
yanında tokluk var. Sol yanımız aşk yüklüdür. Sevda var, âşık ve maşuk halleri
var. Karış karış Anadolu var…
Her
birimizde Tekir yaylasının, Ağrı dağının, Kaçkar’ın, Süphan dağının, Erciyes’in
sert rüzgârları var. Bayburtlu şair Zihni’nin duygulu mısraları, Erzurum’dan
Nene Hatun’un kahramanlığı var. Karadeniz’in aniden parlayan yapısı, Ege’nin
Efeliği, Akdeniz’in yaşama sevinci var. Güneydoğu’nun cömertliği ve
Marmara’nın hoşgörülü yapısı var...
Gün gelmiş
Kızılırmak ve Dicle ile coşmuş, Fırat’la ağıtlar yakmışız. Sakarya gibi
geçilmez olmuş, Çanakkale’de geçit vermemişiz kahpeye!
Acem mülkünün feda edildiği bu topraklarda nice kahramanlıklar ve
destanlar yazmışız. Kartallar gibi otağımızı kurmuşuz sarp kayalıklarda...
Her birimizde az çok Fatih’in
İstanbul aşkından, Hz. Ömer’in gözü pekliği, Hz. Osman’ın takvası var. Ferhat
ve Şirin’den aşk var. Bu toprakların rengi var. Birine bakınca hangi ilden
olduğunu anlarsınız bu yüzden.
Evet,
dünyada bizim kültür, irfan ve uygarlığımızın bir eşi ve bir benzeri yok desem
abartmış olmam. Yunus Emre, Mevlana, Karacaoğlan, Dadaloğlu, Neşet Ertaş, Aşık
Veysel, Aşık Daimi ve daha niceleri bu toprakların sazı sözü ve her gönlün
çaresi olmuşlardır. Bu topraklar dünyaya ilham kaynağıdır…
Sabrın
simgesi Hz. Eyüp’ün yarası kurtlandığında: “Ey Rabbim şifa senden. Halim
sana malumdur. Adını anamayacak kadar hastayım! Ey şifa veren! Şifana
muhtacım…” diye dua eder. Sizce sabrımızı da kimden aldığımız belli değil
mi?
Yazıyı Yunus
Emre ile bağlayalım:
‘Benlik
davasını bırak, muhabbetten olma ırak, sevgi ile dolsun yürek, hoşgörülü olmaya
bak…’
Şükür,
Hoşgörü ve
muhabbet bu topraklarda fazlasıyla var…