Bu programda 'insan' yerleştirme bulunmaktadır!
Türk dizi ve filmlerinin değerlerimizden, toplumdan ve dini gerçekliklerden her geçen gün daha fazla uzaklaştığını görüyoruz. En çok da bize ait olmayan değerlerin değil de bize ait olan değerlerin filmlerde/dizilerde yadsınır olması bizi sarsıyor. Sarsıntı, sonuçları itibariyle neslin gelenekten kopmasına ve kendisi tarafından yetiştirileceği umulan bir sonraki neslin de kendi medeniyetine yabancılaşmasına neden olabileceğinden büyük önem arz ediyor.
Farkında olmasak da evimizin/elimizin
başköşesine konumlandırdığımız her türlü ekranda sanki başka bir ülkenin
dizilerini, filmlerini izler olduk. Kopuşun ötesinde aynı zamanda bir kayboluşun
da işareti olan bu sonucu asıl ilginç hale getiren şey ise bu durumdan
endişelenen kimsenin olmaması.
‘Felaket tellalı’ olarak
nitelendirilmek pahasına olsa da toplumsal gerçekliklerden uzak, dinin toplum
değerlerini belirleyen/düzenleyen rolünden uzaklaştırıldığı yeni bir dünya inşa
edilmeye çalışıldığını hatta bunun kısmen başarıldığını söylemek zorundayız. Çünkü
dini unsurları yok sayan onun insana, topluma verdiği önemi önemsemeyen ve
bunun sonuçlarını de önemsizleştiren bir zamanın şahitleriyiz. Bu şahitliğin
davanın seyrini değiştirecek olan ifadesini ise dini değerlerin tüm
uzantılarıyla ve tamamen hayatın içerisinden çıkartılmak istenmesi oluşturuyor.
Sonuç olarak paranın ve
hükümranlığının mutluluk kaynağı görüldüğü, buna rağmen görüp gözeten Yaratıcı
da dâhil hayatta başka herhangi bir şeye ihtiyaç bulunmadığı, her sahnede
tekrar tekrar hatırlatılarak izleyiciye adeta işkence ediliyor. Öyle ki
insanlığın başlangıcından bu yana en saf hali ile var olan ‘dua’ dahi bu hayat
tarzında kendine yer bulamıyor. Gözlerini kısa bir süreliğine göğe diken oyuncunun
Allah’a serzenişte bulunduğunu ancak hissedebiliyoruz. İnce bir ‘ayıklama’
işçiliğinin yapıldığı ekranlarda mesleklerin dahi ‘emek’, ‘alın teri’ gibi
kutsallıklardan arındırılarak seçildiğini, hatta bazı ana karakterlerin hangi
kârlı işi yaptığını öğrenemeden sezonun bittiğini görüyoruz.
Ambalaj malzemeleri ile
kusursuzlaştırılmış, albenili, ihtiras sahibi erkek ve kadınlar aldatmanın,
ayartmanın peşinde koşarken; evimizin en kutsal eşyası karşısında gözleri arpacık
tarlasına dönen bizler bu durumu, ne çocuklarımıza ne de kendimize izah edemiyoruz.
Otomobillerle, villalarla ve zenginliği yansıtan tüm araçlarla hiçbir masraftan
kaçınmadan oluşturulan bu sanal dünyada, mutluluğun yalnızca zengin insanlara
mahsus olduğu, dini ve ahlaki değerlere bu hayatta asla yer olmadığı açıkça
görülebiliyor. Hatta bırakın dini değerleri, tüm gücünü ve varlık nedenini maddiyattan
alan zengin insanların zaman zaman karşılaştığı vatandaşlar(!) dahi ancak figüran
rolünde bu dünyaya dâhil olabiliyor. İlginç olan ise aynı vatandaşın, sonradan reyting
ve izlenme oranlarını tepe noktaya çıkaran başrol oyuncusu olarak karşımıza
çıkması.
Bütün bunları düşününce insanın metaverse
evreninin içine çok daha önceden dâhil edildiğini anlıyoruz. Fakat kediye, ‘fareyi
yemiyor da onunla oynuyor’ diye kızamıyoruz. Kızgınlığımızı, küresel sistemin
araçlarına ortalama insan ağzıyla birkaç kelam ederek gösteriyor fakat maddi zenginliği
artık tek hakikat olarak gören kendi çocuklarımıza kelam edemiyoruz.
Bu suskunluğumuz, gündelik hayatta
önümüze konulan uyarıcı cümle ve işaretleri de kabul etmemize vesile oluyor.
Dolayısıyla izlediğimiz hemen her şeyde; “Bu programda ürün yerleştirme
bulunmaktadır.” uyarılarının yer aldığını görüyoruz. Çağımız insanının
tüketilebilir, pazarlanabilir, ambalajlanmış hatta son kullanma tarihi
geçebilen, ithal edilebilecek bir ürün haline ge(tiri)ldiği gerçeğiyle
yüzleşince, esasen ürünlerin değil de insanların ekranlara yerleştirildiğini anlıyoruz.
İdrakimiz, program başlamadan önce görmeye aşina olduğumuz “Bu programda ürün yerleştirme bulunmaktadır!” uyarısının
“Bu programda insan yerleştirme bulunmaktadır.”
şeklinde bir değişim talebini de beraberinde getiriyor.