Bu milleti korkutamazsınız!
On yıl içinde Devlet-i Aliyye’yi yerli işbirlikçileri ile devirdiler. 1908’de hürriyet, müsavat, uhuvvet, adalet sloganlarıyla, 31 Mart 1909’da da “irtica” bahaneleriyle yönetime el koydular.
Hiç durmadılar.
Vaktiyle CHP vekillerinden Hamdullah Suphi Tanrıöver, “Mussolini’yi, doğru yolu gösteren büyük bir vatanperver olarak görüyordu.
“Faşizmi hem mazide gördüklerini hem de istikbalde göreceklerini” ifade ediyordu.
Mazide faşizm adına ne gördülerse artık!
Başka bir CHP Mebusu Feridun Fikri Düşünsel ise bu sefer de İtalyan faşizmini İstiklal Harbi’ni kazanmış bir ülke için model olmasını öneriyordu.
“Bütün Avrupa, faşizmin cihana getirdiği emniyet ve neşe ile ona doğru atılırken faşizmin bu suretle sanki pek tehlikeli bir şeymiş gibi görülmesi beni derin düşüncelere sevketti” diyordu. Öyle ya ona göre, “Faşizm korkulacak bir şey değildi. Bizim için faşizmden çıkarılacak düsturlar vardı.”
CHP Genel Sekreteri Recep Peker ise, TBMM’nin üstünde faşist ülkelerdeki gibi bir konseyin kurulmasını dahi teklif ediyordu.
Hadi diyelim ki bu anlayış 19 yüzyılın atmosferine uygun düşen katı bir anlayıştı. Bu sebeple “maziyi ne diye önümüze koyuyorsun” diyebilirsiniz.
Peki, siz -millete rağmen- bu anlayışın o tarihlerde kaldığını mı düşünüyorsunuz? Siz hâlâ darbeci, devrimci, vesayetçi geleneğini diri tutan bir damarın olmadığını mı düşünüyorsunuz?
Darbe meclislerine temsilci vererek cuntaya yardım ve yataklık yapanlar kimlerdi? Elli yıldır darbecilerle birlikte milli iradeyi taciz edenler kimdi?
Ya 27 Mayıs darbesini “Hürriyet ve Anayasa Bayramı” ilan edenler?
***
Bu ülkedeki farklı inançtan, dilden ve mezhepten olanları yargılayıp içeride işkenceden geçirenler Uganda’dan mı gelmişti?
Bu ülkenin insanlarını korku ve endişe politikası ile yıllardır sömürenler hangi kavime mensuptu?
Bu ülkenin seçimle iş başına gelmiş bir başbakanını darağacında sallandırmadılar mı?
Öncesi de var ancak Özal’ın ardından gelen koalisyon hükümetleri marifetiyle ülkeyi krizden krize sürükleyip, vatandaşlarını iliklerine kadar sömürmediler mi?
1991 Kasım -2002 Kasım arasında geçen on bir yıllık sürede koalisyon hükümetleri kuruldu bu ülkede. 1983’ten 1991’e kadar tek başına iktidarla yönetilen ülke belirli bir istikrar yakalamışken,
1991’den 2002’ye kadar tam bir kaosun içine itilmedi mi?
1994’te başlayan ekonomik kriz, 2001’de tahammül edilemez bir noktaya gelmişti. Gazeteciler, akademisyenler, kanaat önderleri katledildi, yirmi binden fazla faili meçhul cinayetlerle, yasaklarla ülkeyi cinnet haline sokan hangi güçlerdi?
Ülkeyi kurtarmak için IMF’den “Bakan” bile ithal eden kimdi?
Yani siz bu damarın hâlâ var olmadığını mı düşünüyorsunuz?
Demokrasi sandıktan ibaret değil diyerek, iktidar olmayı sokakta, “başka şekilde(!)” arayan, ülkenin yazarını, aydınını, memurunu, bürokratını tehdit edenler nerede yaşıyor?
***
Hatırlayınız, 1994 belediye seçimlerinde, Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanlığı adaylığına karşı ürettikleri algı; “genelevlerini kapatacağı” idi.
1999, 11 Aralık günü “İnançlara Saygı, Başörtüsüne Özgürlük İçin Elele” eylemini “rejime başkaldırı” olarak görüp eyleme katılanları hain ilan edenler de bu zihniyetti.
Bugün de kadın hakları, demokrasi, özgürlük, saray rejimi vs. şeklinde bir tekerleme var ağızlarında. Demem o ki, tarihleri boyunca samimi olmadılar. Bugün de değiller. Ağızlarından düşürmedikleri bilimsellik maskesi bile ilk fırsatta düşüyor. Esasında tutundukları argümanları çürük, sahte ve yalan.
Dışarıdan ne söylenirse onun heyecanıyla yabancısı oldukları bu ülkeyi ilk fırsatta çarçur etmenin yolunu arıyorlar. Tüm dertleri saltanatlarının yıkılmış olmasıdır. Hazımsızlıkları ise bunu yıkarak, ülkeyi zenginleştirenin, güçlendirenin ve devleti asıl sahibi olan millete emanet edenin dindar bir
başkan olmasıdır.
Oysa biz o eski karanlık günler geri gelmesin diye öyle bedeller ödedik ki, artık size buradan ekmek çıkmaz. Bu milleti artık korkutamazsınız. O eşik çoktan aşıldı.