Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
08 Mart 2022

Bu kanlı düzen böyle gitmez

1948 Arap-İsrail Savaşı sırasında parçalanan kutsal belde Kudüs’teki drama dünya kör, sağır ve dilsiz. Bugün Ukrayna’da yaşanan savaşı “Bunlar Afgan değil, sarı saçlı mavi gözlü...” ırkçılığıyla çocuklar üzerinden enforme eden Batı medyası 1948’den beri eli kanlı siyonist İsrail’in işlediği çocuk cinayetlerini görmezden geliyor.

*

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Ukrayna’nın doğusundaki Donetsk ve Luhanks’ın resmen tanındığını ve saldırısını Çarlık İmparatorluğu’na referans yaptığı konuşmasında Osmanlı ve Türkiye’ye vurgu yaparak, “Geçmişte 18. yüzyılda Karadeniz kıyıları Türkiye ve Osmanlı’ya mücadele alanı olarak kullanılmıştı. Karadeniz kıyısını Türklerden biz koruduk... Şimdi Karadeniz’e erişimimizi yok etmek istiyorlar...” ifadesiyle bilinç altını açık açık ikrar etti.

*

Putin’in âtıfta bulunduğu dönem Osmanlı Padişahı Sultan 2. Abdülhamid ve Rus Çarı II. Alexander döneminde yapılmış olan “93 Harbi” (1877-1878 Osmanlı / Rus Savaşı) sonucu Osmanlı’nın “Hasta Adam” ilan edildiği dönemdir. Çarlık Rusya’sı “93 Harbi”nde tıpkı bugün Ukrayna’da olduğu gibi hızını alamayarak batıdan Yeşilköy’e (Ayastefanos) kadar inerek, doğudan Erzurum’a kadar geldi.

Birinci Dünya Savaşı’nda (24 Eki 1914 - 30 Eki 1918) Osmanlı İmparatorluğu ile bir kez daha Kafkas Cephesi’nde karşı karşıya gelen Rus İmparatorluğu, savaş sırasında Doğu Anadolu Bölgesi’nin içlerine kadar inerek, Trabzon, Bitlis, Muş ve Van şehirlerine kadar yayıldı. Sarıkamış Harekâtı sırasında 90 bin Mehmetçiğimiz Allahuekber Dağları’nda donarak şehid oldu.

Ruslar bize yaşattıkları bu acılarla da yetinmeyerek 1944 yılında Karadeniz kıyılarını Türklerden temizlemek için Kırım Tatar Türklerine uyguladığı sürgünlerde soykırım yaparak 191 binden fazla kişiyi katlederek büyük bir insanlık suçu işledi.

UNUTMADIK!..

*

Anlayış olarak dünkü Çar Rusyası ile bugünkü Putin Rusyası arasında hiçbir bir fark yok. Ukrayna’nın batılı politikalar izleyerek Rusya’nın “kırmızı çizgi”sini çiğneme ihtirası, ABD’nin kışkırtmaları neticesinde iki ülkeyi karşı karşıya getirdi. Rusya, Ukrayna’ya AB ve NATO’yu burnunun dibinde görmek istemediğini diplomasiyle anlatamayınca, tepkisini 24 Şubat’ta silahlara sarılarak gösterdi.

12 gündür Ukrayna’yı havadan, karadan ve denizden kuşatarak bombalayan Rusya, Afganistan’dan, Libya’dan, Suriye’den sonra kanlı bir işgal ve drama daha imza atıyor. İşgalin ilk gününden beri orantısız güç kullanarak yeni bir “kavimler göçü”nü tetikleyen Rusya şu ana kadar 2 milyona yakın insanı yerinden yurdundan ederken, yağdırdığı bombalarla 500’den fazla sivili katletti.

Rusya’yı kışkırtarak büyük dramın yaşanmasına sebep olan başta ABD ve Avrupa ülkeleri işgal ve işlenen savaş suçlarına en az Rusya kadar ortak.

***

2. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan küresel düzen, siyonist İsrail’i Filistin’in bağrına hançer gibi sapladı. O dönemden beri parça parça yaşanan 3. Dünya Savaşı dünyanın “Ortadoğu”sundan “Avrupa”sına sıçradı. Rusya’nın saldırısı sonucu Donetsk, Luhansk, Harkov, Sumi, Çernigiv, Herson, Mariupol, İrpin, Odessa gibi bütün stratejik (Azak Denizi ve Karadeniz’e olan sınırları kesildi) bölgelerini kaybeden Ukrayna’nın kalbi, başkenti Kiev kanlı meskûn mahal çatışmaları arasında düştü, düşecek. (Kuzey Karadeniz’i hakimiyeti altına alan Rusya’nın önündeki tek engel artık Güney Karadeniz’in sahibi olan Türkiye. Umarız Rusya Karadeniz’i gölü haline getirmek için Türkiye ile dalaşmaya kalkmaz.)

Bütün yaptırımlara rağmen artık Putin Rusyanın hedefinde Çarlık döneminin sınırlarına ulaşmak var; hatta daha fazlası...

Dünyanın 5’ten (BM’nin daimi üyeleri ABD, İngiltere, Fransa, Çin ve Rusya) büyük olduğu tezi kabul görmedikçe bu sömürü düzeni dünyanın haritasını kanla değiştirmeye devam edecek.

***

İSRAİL’İN HEDEFİ VADEDİLMİŞ TOPRAKLAR

Gelelim kan, gözyaşı ve mâtemi bitmeyen belde Filistin’e...

1917’de 401 yıllık vatan toprağımız Filistin’i kana bulayarak egemenliğimize son veren İngilizler, Filistin’i siyonist İsrail’e altın tepside sunarak, yeni bir kaos dönemine kapı aralayıp, 1948 yılında perde gerisine çekildi.

74 yıl önce, 14 Mayıs 1948’de Tel Aviv’de toplanan Yahudi Ulusal Kongresi’nde siyonizmin kurucusu Theodor Hetzl’in portresini arkasına alan İsrail Devleti’nin kurucusu ve ilk başbakanı David Ben Gurion, İsrail devletinin kuruluşunu dünyaya ilan etmesinden sonra bölgede kan ve gözyaşı hiç eksik olmadı. 5 milyondan fazla Filistinli dünyanın dört bir yanında sürgünde yaşarken, 20 binden fazlası barbar siyonist İsrail tarafından hunharca katledildi, katledilmeye devam ediliyor.

Büyük İsrail” emellerine kavuşmak isteyen İsrail; vekalet savaşları sonucu Irak’ın parçalanmasıyla, Libya’nın tarumar edilmesiyle, Lübnan’ın Beyrut Limanı’nın patlatılarak kaosa sürüklenmesiyle, Suriye’nin iç savaşla kan gölüne çevrilip demografik yapısının değiştirilerek bölünmeye hazır hale getirilmesiyle “Arz-ı Mev’ûd” (Vadedilmiş Topraklar) hayaline biraz daha yaklaştı. Şimdi asıl hedef Türkiye.

Millî Görüş Lideri Prof. Dr. Necmeddin Erbakan 2003 yılında tarihi bir uyarıda bulunmuş, İslâm coğrafyasının sürüklendiği felakete şu ifadelerle dikkat çekmişti: “Biz yıllardan beri ABD’nin İsrail’in “Arz-ı Mev’ud” politikasını gerçekleştirmesine yardım ettiğini, Amerikan müdahalesinin, Filistin, Afganistan, Irak’la sınırlı olmadığını, sırada Mısır, Suriye ve Türkiye'nin bulunduğunu söylemekteyiz. Siz meseleyi Suriye mi sanıyorsunuz? Onların Suriye’yi istemesinin tek nedeni var; o da Türkiye’yi işgal etmek için zemin hazırlamaktır. Eğer bir gün mesele Suriye olursa, bilin ki hedef Türkiye’dir.”

Gerek ülkemizde ve gerekse yanı başımızdaki "Ortadoğu"da yaşanan sıcak olaylar, geleceğe dair çok önemli ipuçları veriyor. Siyonistlerin "Arz-ı Mev'ûd" hayalleri için kasıp kavurduğu İslâm dünyası her gün farklı bir felaketle sarsılıyor.

"Yeni Küresel Sistem"de hiçbir temsil yetkisi tanınmayan Müslümanlar; başta siyonist İsrail ve Amerika olmak üzere, Batı'nın topyekün "Dönüşüm Projesi"ne karşı ölüm-kalım savaşı veriyor. Küresel iktidar; hegemonyası uğruna İslâm coğrafyasını vahşice yağmalıyor.

İŞGALCİ İNGİLİZLER PERDE ARKASINA ÇEKİLDİ

9 Aralık 1917 günü İngiliz General Allenby “Babu’l-Halil” kapısından Kudüs’e girerken, Osmanlı Devleti’nin buradaki 401 yıllık hakimiyeti sona eriyordu. Bu da kadim topraklar için huzursuzluğun başlangıcı demekti. 30 yıl boyunca yüz bin İngiliz askeri Filistin’i mâtemi bitmeyen beldeye dönüştürdü.

1948 yılının bir Mayıs akşamı gaydaların sesi çok eski ve dolambaçlı yollara son kez yayıldı. Bu ses Kudüs’ün Eski Şehri’ni işgal eden İngiliz askerlerinin gidişini bildiriyordu. Yahudiler Sokağı’nın pencerelerinde ya da sinagogların ve dinsel okulların eşiğinde, uzun sakallı ihtiyarlar bu geçit törenini izliyordu. 30 yıllık tatsız bir hâkimiyetten sonra bu surları terk edip gitme sırası İngiliz askerlerinindi. Kudüs’ün göklerinde dalgalanan İngiliz bayrağı indiriliyor, yerini siyonizmin mavi-beyaz bayrağı alıyordu.

1922 yılında Milletler Cemiyeti tarafından Türkiye’nin yerine, Filistin’de İngiltere’yi hâkim kılan manda yönetimi bu kararıyla bölgeyi kaosa sürükleyecek bir süreci başlatıyordu.

Birinci Dünya Savaşı sonrasında Ortadoğu politikasını dilediği noktaya götürmek için İngiltere’nin Filistin’e ihtiyacı vardı. Burası, Irak’ın akıl almaz zenginlikteki petrol yataklarıyla Taymis Nehri’ne kadar İngilizleşmiş hayati bir geçit olan Süveyş Kanalı arasında köprü görevini sağlayacaktı.

Bu isteği gerçekleştirmek için İngiltere gösterişli bir şekilde beş yüz yıllık Türk hâkimiyetini bir aydınlık Hıristiyan üstünlüğü örneğiyle silmeye ve dağınık Yahudilere eski vatanlarının kapılarını açmaya girişmişti. Ama problemler tümüyle üstesinden gelinemeyecek bir biçimde ortaya çıkmış ve başarısızlığın bilincine varan İngiltere, sonunda manda yönetiminden vazgeçmişti.

*

14 Aralık 1948 günüydü. Sir Alan Gordon Cunningham, o gün İngilizlerin Filistin’den ayrıldıklarını, Yahudilerin İsrail Devleti’nin kuruluşunu ilân ettiklerini, Arapların savaşa girdiklerini gördü. Bir ihtilaf Kutsal Toprağı alevlere boğacak ve bu alevler bir daha da sönmeyecekti.

İhtilafı kaçınılmaz kılan ise bir oylama oldu. 29 Kasım 1947 soğuk bir Cumartesi günü, ilk savaş mermilerinin Kudüs damlarına düşmesinden 6 ay önce, yeni kurulan Birleşmiş Milletler Örgütü’ne üye elli altı ülke temsilcileri New York banliyösündeki Flushing Meadows’da toplanmıştı. Orada, eski bir patinaj salonunun kubbesi altında, Akdeniz’in doğu kıyısında yer alan, Danimarka’nın yarısı, nüfusu Belçika nüfusunun beşte biri kadar olan, Eski Çağ haritaları yapanlar için evrenin merkezi ve dünyanın başlangıcında bütün insanların yollarının yöneldiği bir toprak şeridinin, yani Filistin’in kaderini çizeceklerdi.

Birleşmiş Milletler’in kısa tarihinde, bunca ihtirasın gemi azıya aldığı görüşmeler pek nâdirdi. Örgütte temsil edilen her ülke bu bölgeye, şu ya da bu şekilde, manevi mirasının bir bölümünü borçluydu. Uluslararası meclise Filistin’in Arap ve Yahudi olarak iki ayrı devlete bölünmesi teklif ediliyordu. Böylece ortak bilgelik 30 yıl süren iç savaşa son verecekti. Ama, umutsuzluğun kalemiyle çizilen bu paylaştırma haritası katlanılabilir bir ödünler ve kabul edilemeyecek kepazelikler karışımıydı.

Kurulacak Yahudi devletinin topraklarının çoğunluğu ve neredeyse nüfusunun yarısı Arap olduğu halde, Filistin’in yüzde elli yedisi Yahudilere bırakılıyordu. Bu Yahudi topraklarının girintili, çıkıntılı ve acılı sınırlarına gelince, sağduyuya olduğu kadar savunma gereklerine karşı da gerçek bir meydan okumaydı.

*

Birleşmiş Milletler’in denetimine bırakılan Kudüs, üzerinde ne Arapların ne de Yahudilerin başkent kuramayacakları bir uluslararası toprak oluyordu.

Birleşmiş Milletler’in tarihi toplantısından aşağı yukarı tam 30 yıl önce, İngiltere Yahudilere, içlerinden pek çoğunun beslediği düşü gerçekleştirmeleri için ilk elle tutulur fırsatı vermişti: “Filistin’de bir yuva kurmak”.

Yahudilerin tarih boyunca yaşadıkları sürgün yıllarında tek altın çağını İspanya’da kurulan Endülüs Emevileri dönemiydi. Avrupa ülkelerinin çoğu onlara kapılarını kaparken, Osmanlı Devleti her zaman kapılarını açmıştı. Hitler’in gaz odalarında korkunç Yahudi kıyımı dizisi İslâm dünyası tarafından değil, hep Avrupa’nın Hıristiyan ülkelerince sürdürülmüştü.

Dolayısıyla Araplar, işlenen cinayetlerin yükü bize değil bu uluslara yüklenmelidir, diye itiraz ediyordu.

*

Bu süreçte Filistin’in paylaşılmasını gerçekleştirmekte en çok çaba gösteren Birleşik Amerika’ydı. Başkan’ın danışmanı olan iş adamı Bernard Baruch, Fransa’nın Birleşmiş Milletler’deki delegesi Alexandre Parodi’yi ülkesinin paylaştırmaya karşı çıkması halinde Amerikan yardımının kesilmesinin muhtemel olduğunu söyleyerek tehdit etmekten çekinmemişti.

Bu hayati süre boyunca, paylaştırmaya karşı dört ülke (Yunanistan, Liberya, Haiti ve Filipinler) inanılmaz bir baskı ve hatta tehdit dalgasıyla karşılaşacaklardı.

New Yorklu parlamento üyesi Emmanuel Cellar, Başkan’a yolladığı bir açık telgrafta “Yunanistan gibi direnen ülkelerin yola getirilmesini” istedi. Koridorlarda korkunç söylentiler dolaşıyordu. Bunlardan birisine göre Tayland delegesi öldürülmüştü.

Eğer Birleşmiş Milletler, Filistin’in paylaştırılması yönünde karar alırsa, bütün Arap devletlerinin desteklediği Filistin Arapları, İngilizler gider gitmez Yahudilerle savaşacaklardı. Eski Yahudi tapınağının mihrabında kurban edilen hayvanlarla, İsa’nın (a.s.) çarmıha gerilişiyle, insanların duvarları dibinde ölüşüyle Kudüs yeryüzünde hiçbir şehrin yaşamadığı dökülen kanın laneti içinde yaşamıştı.

*

Tek Tanrı’ya inanan üç semavi din (Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık) tarafından kutsal sayılan Kudüs’ün taşları bu üç dinin kutsal izlerini ve din adına işlenmiş cinayetlerin anısını taşımaktaydı. Davud ve Firavun, Sennaşerib ve Nabukadnezar, Herod ve Ptoleme, Titus ve Godefroy de Bouillon komutasındaki Haçlılar, Timurlenk ve Selahaddin Eyyübi’nin askerleri, Türkler ve Allenby yönetimindeki İngiliz askerleri, hepsi burada savaşmıştı. Hepsi Kudüs için can vermişlerdi.

Eski Şehir’in öbür ucunda, geniş bir alanın ortasında, Kudüs’ün başka bir inanç için taşıdığı önemin tanığı Kubbetu’s-Sahra yükselir. Tek ve rahmet sahibi Allah’ı yücelten zarif yazıları şereflendirmek için yeşille altın sarısının birbirine karıştığı kubbesinin mozaikleri altında siyah bir kaya yığını (Hacer-i Muallak) görülür. Eski Çağların en yüce yerlerinden biri olan burası Moriya Dağı’nın tepesidir. İslâm geleneği, üzerindeki hafif bir izin Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Burak’la miraca çıktığı gece onu yerde tutan Cebrail aleyhisselâmın elinin izi olduğu kabul edilir.

Hz. Süleyman’ın (a.s.) yaptırdığı tapınağın kalıntısı olan Ağlama Duvarı, Yahudiliğin en kutsal yeridir. Yirmi yüzyıldan beri, dört yana dağılmalarının ardından ağlayan Yahudiler ona doğru dönerler. Koca taş bloklarının yarıkları ve çatlakları arasında bir sürü kağıt parçası bulunur. Kimi Tanrı’ya bağlılık mesajı yollamıştır, kimi yeni doğan çocuğunun ya da hasta karısının Tanrı tarafından kutsanmasını ister, kimi de ters giden işlerinin düzelmesini ya da İsrail halkının kurtuluşunu diler.

Kim bilir kaç kuşak Yahudi, Hıristiyan ve Müslümanlar birbirine karışmış olarak bu vadinin beyaz taşları altında uyumakta, hayatları boyunca elde edemedikleri barışı ölümde bulmaktadırlar. Birbirine düşman etnik ve tarihsel bir sürü adacığa bölünen Kudüs’e, işgalci İngilizler üç yeni bölge daha eklemişlerdi.

*

Arap ya da Yahudi bütün Kudüs halkı, aynı kuşku içinde şehrin kaderinin bağlı bulunduğu uzak toplantının her sözünü dinlemek üzere radyolarının başına toplanmıştı. Kurulda, David Ben Gurion dört elin havaya kalktığını gördü. Bir Yahudi devleti kurma kararı tek oy farkla sağlandı. David Ben Gurion, on bir kere daha masaya vurdu ve açıkladı: “İsrail Devleti doğdu. Oturum kapanmıştır.”

Sonra kurul yeni devlete bir ad koymaya karar verdi. “Sion” ve “İsrail” adları ortaya atıldı. Oylama sonucu Yahudi devletinin adı “İsrail” olacak ve resmen “İsrail Devleti” diye anılacaktı. Otuz üç devletin Filistin’i paylaştırmayı kararlaştırdığı akşam doğan ihtilaf, başka kurbanlar verilmesine yol açacak ve pek çok sarsıntılara sebep olacaktı.

Siyonist Yahudiler, iki bin yıllardır kendilerine başkaları tarafından yaşatılan sürgün, sefaleti ve acıyı yurtlarından sürdükleri Filistinlilere reva görecekti. Ve artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı!.. Kaynakça: Kudüs… Ey Kudüs, Larry Collins, Dominique Lapierre, Kronik

***

İNSANLIĞIN ONURUNA TÜRKİYE SAHİP ÇIKTI

74 yıl önce, 14 Mayıs 1948’de Tel Aviv’de toplanan Yahudi Ulusal Kongresi’nde siyonizmin kurucusu Theodor Hetzl’in portresini arkasına alan David Ben Gurion İsrail devletinin kuruluşunu dünyaya ilan etmesinden sonra bölgede kan ve gözyaşı hiç eksik olmadı. 5 milyondan fazla Filistinli dünyanın dört bir yanında sürgünde yaşarken, 20 binden fazlası barbar siyonist İsrail tarafından hunharca katledildi, katledilmeye devam ediliyor.

Kanayan yaramız Kudüs; tarihin içine sığmayan coğrafyaların ötesinde, çağlar öncesini ve sonrasını kendinde buluşturan apayrı bir medeniyet. “Küresel Firavunlar”, Kudüs bağlamında Filistin ablukasını 14 Mart 1948’den beri sürdürüyor.

6 Aralık 2017 tarihinde Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilân eden ve büyükelçiliğini oraya taşıma kararı alan ABD Başkanı Donald Trump’ın dünyaya meydan okuyan kanunsuz ve hoyrat çıkışı karşılık bulmadı. Trump’ın tıpkı 1948’dekine benzer tehdit ve şantajları bu defa işe yaramadı. 21 Aralık 2017 Türkiye’nin olağanüstü gayretleriyle toplanan 172 üye Birleşmiş Milletler Kurulu’nda, Trump’ın Kudüs'ü “İsrail'in başkenti” olarak tanıyan kararını 9 oya karşı 128 oyla yok hükmünde saydı. Türkiye, Kudüs’le beraber insanlığın onuruna sahip çıktı. Çünkü Kudüs davası, yalnızca Filistin’deki bir avuç Müslümanın davası değildi. O Kudüs ki; hepimizin ortak davası, hepimizin meselesi ve hepimizin kırmızı çizgisiydi. Ve siyonist İsrail’in buradaki İslâm mirasının izlerini silmesine asla izin verilemezdi.

Fakat bütün bunlara rağmen Kudüs’te yine kan, yine gözyaşı ve yine belirsizlik hüküm sürüyor. Siyonist İsrail’in Kudüs’ü işgali hız kesmeden devam ediyor.