Bu Kaçış Nereye Kadar?
İslam “Tevhid” dinidir. Dinin özünü, Allah’ın varlığı ve birliği gerçeği üzerine kurulu “Tevhid” düşüncesi oluşturur. Tevhid düşüncesi, kula kulluğa, maddeye kulluğa, kadına, şöhrete, iktidara ve güce kulluğa set çeker, sadece Allah’ın “Rab” ya da “ilah” olarak tanınıp bilinmesini düstur edinir. Bu düstur sayesinde insan gerçek manada özgürleşir ve bütün sahte parıltıları ayakları altına alabilir. Aksi halde, Tevhide gerçek manada iman etmemiş nefislerimizin yüzlerce pranga ile boynundan dünyalık pek çok şeye köle kılınmış olması kaçınılmazdır. Tevhidi dünya görüşü sayesinde insan yeryüzünde birer emanetçi olduğu şuuruyla, kibirlenmeden, böbürlenmeden yürüyebilir, çevresiyle ve eşyayla sağlıklı ilişkiler geliştirebilir, kâinat içindeki konumunu tespit ve tayin etmede güçlük yaşamaz. Kendisine emanet edilen her şeyin gerçek anlamda birer “mülk” değil emanet olarak tevdi edildiğinin şuuruna Tevhidi dünya görüşü sayesinde erebilir. Malik değil emanetçi olan insanın ise nefsini dizginlemesi, kendisini sahte ilahların ve putların boyunduruğundan kurtarması, boğazına takılan dünyevi prangaların esaretinden kurtulması ancak ve ancak bir olan Allah’a sağlam bir imanla inanıp her şeyin gerçek sahibinin “O Yüce Zat” olduğunu ikrar ve tasdik ile mümkün olur. İnsanın yeryüzündeki varlığının sebeb-i hikmeti, nefsin ve ruhun neden yaratıldığının esbab-ı mucizesi ancak gerçek bir tevhidi bilinçle açıklanabilir. Kulluk şuurunun çekirdeğinde bulunan tevhidi düşünce insanı tek bir merkeze yönlendirirken başka merkezlerin etki ve çekim alanından kurtararak istikametini tayin etmesinde birincil kuvvet olur. Aksi halde insan iman denilen büyük nimete nankörlük ederek “başka merkezlere kulluk ve imanın” kirli tuzağına düşüverir ki bu hem insanın ontolojik varlığına hem de fıtratına savaş açmasıyla eşdeğer bir durumdur. Tevhid bu anlamda fıtratın ve varoluşun temel çekirdeği, hayat denilen mucizenin Hazreti insanda vücut bulmasının ana sebebidir. Yaratılmışlar içerisinde kendisine akıl nimeti verilerek ayrıcalıklı, farklı bir cihazla teçhiz edilen insana yüklenen ağır yük dağlara tevdi edilecekken insanın sırtına sarılmış, bu ağır yükü taşımaya pek “nankör” ve “zalim” olan insan talip olmuştur. Öyleyse akıl denilen farklı teçhizat insana ağır sorumluluklar yüklemekte, düşünme, akletme ve hareket etme kabiliyeti kazandırmakta bir ileri aşamada tercih hakkı sunmaktadır. İnsan yeryüzünü mamur ya da tahrip etmede, çevresini güzel ya da çirkin kılmada, doğruyu ya da yanlışı seçmede, iman edip etmemekte, hakkı ve adaleti ayakta tutup tutmamakta serbest bırakılmıştır. Hakkı ve doğruyu tercih edenlere “vahiy” gibi şaşmaz bir ölçü, sağlam bir rehber verilmiş, aklını kullanması, akletmesi beklenen insana ilahi irade tarafından büyük bir lütufta bulunulmuştur. Bununla da yetinilmemiş, insanlığı tevhide davet eden doğru sözlü, doğru davranışlı, emin, sadık ve sırat-ı müstakim üzere olan elçiler, resuller, nebiler gönderilmiştir. Dolayısıyla tevhidi düşünce hem vahiyle hem de vahyi insanlara bildirmekle mükellef olan doğru sözlü resullerle desteklenerek insanın önüne muazzam bir hazine konulmuştur. İnsanın Kur’an’ın ifadesiyle pek nankör ve pek zalim olmasının ana nedeni bu büyük hazineler karşısında kayıtsız kalması, bu hazineleri elinin tersiyle itmesi, şirkin ve küfrün bataklığını bu değerli hazinelere tercih etmesidir. İnsanlık tarihi tevhidi düşünce ile küfrün, hak ile batılın, zulüm ile adaletin kadim çatışması üzerine kuruludur. İnsanlığın atası Hazreti Adem’den bu yana bu çatışma bu kavga devam edegelmiş, zulümle adalet, iman ve küfür, Tevhid’le şirk her dönemde karşı karşıya gelmişlerdir. Her şeyin sahibi olan ve her türlü eksik sıfattan münezzeh olan Allah işte tam bu noktada insanlık ailesine akıl nimetinden başka risâlet ve nübüvvet silsilesini de armağan ederek insan üzerindeki nimetini tamamlamıştır. İlk peygamber Âdem ile peygamberlik kurumu sona ermemiş miladi 14.Asra kadar bu zincir her biri altın hükmündeki halkalarla birbirine perçinlenerek kuvvetlendirilmiştir. İşte peygamberler yeryüzündeki Tevhid mücadelesinin dosdoğru ve emin halkaları olarak insanlığı doğru istikamete çekmek için büyük gayretler sarf etmişlerdir. Bütün bunlardan çıkan sonuç şudur. Eğer yeni bir dünya kurmak arzusundaysak elimizdeki nimetler ve imkanlar çoktur. Bir an evvel silkinerek kendimize gelebilir, özgüvenimizi tazeleyerek tevhidi düşüncenin aydınlığında, bütün bir İslam ve insanlık tarihini arkamıza alarak zoru başarmak üzere harekete geçebiliriz. Bütün dünya ve insanlık bugün İslam’ın nefesine muhtaç hale gelmiş durumdadır. Bu tarihi sorumluluktan nereye kadar kaçabiliriz? Kaçtığımız müddetçe boynumuza takılmış prangalardan kurtulmamız mümkün değildir.