Bu işte bir gariplik var
Tuhaf, hem de
çok tuhaf. Bu işte bir gariplik var. Gariplikler silsilesi almış başını
gidiyor. Cümleleri kurarken sonundaki kafiyeleri çok güzel uydurmaktan başka
cümle içinde bir güzellik kalmadı. Konuşunca kulağa hoş sözler sarf ediyoruz,
lakin sözlerin içinin ne kadar boşaldığının farkına dahi varmıyoruz. Halden
hale evrildik. Bu işte bir tuhaflık var.
İçinde
bulunduğumuz rahmet, mağfiret ve cehennemden kurtuluş ayı dediğimiz Mübarek
Ramazan ayını ihya etmeye çalışırken ters giden bir şeyler olduğunu hepimiz fark
ediyoruz, lakin bu tersliği kendimize dahi itiraf etmekten korkuyoruz. Garip
bir hale vardık.
Çin’den yola
revan olup tüm dünyayı etkisi altına alan bir virüs nedeniyle koskoca iki
yılımız heba olurken, içinde bulunduğumuz durumdan hepimiz şikâyetçiydik. İki
yıl içinde o kadar eksildik ki, bir yanımız hep yarım kaldı. Kimimiz çok
yakınlarını kaybetti ve eksile eksile bu günlere geldik. Öfkeler, sitemler,
şikâyetler büyüttük. İçinde olduğumuz hale serzenişler büyüttük. Manevi iklim
olan Ramazan ayında camilerden, maneviyattan uzak kalışımızdan şikâyet ettik.
Ama gelin görün ki, bu yıl bütün yasaklar kalkmış olmasına rağmen ve imam “Safları sık tutun.” dediği halde
maalesef ki camilerimiz eski şen ve manevi atmosferinden hala uzak. Hala
virüsün yayılma riski bu durumda olmamızın en büyük nedeni olarak görülüyor.
Hala bir virüs ile terbiye edilmeye çalışılıyoruz ve bu virüsten şikâyet
ediyoruz.
Bir oruçluya
iftar ettirirken o oruçlu kadar sevap alacağımızın müjdesi Peygamber Efendimiz
(SAV) tarafından bize vermişken hala o ünsiyetten uzak duruyoruz. İftar
sofralarımızı hala sade bir şekilde geçiştiriyoruz. Bu durumu biraz da çok
zincirli marketlerin fahiş fiyat terörü de tetikliyor. Markete her gidişimizde
rafa yansımadan kasaya yansıyan fiyatlar görüyoruz. Maaşların sabit, zamların
oynak haline şahitlik ediyoruz. Bu terör eylemi doğal olarak manevi iklimimizi
de baltalıyor.
Aslında bu
tuhaflık silsilesi mahalle bakkallarımıza sırtımızı döndüğümüz gün başladı.
Hani o klasik hikâye vardır ya, sarı öküzün alınmasına göz yumduğumuz gün,
başladık kaybetmeye. İşte tam da öyle oldu. Evvela mahalle bakkalına sırt
döndük, sonra soluğu AVM’lerde aldık. Şimdi de “Nerede o eski Ramazanlar?” diye başımızı üç harfli, çok zincirli
marketlere vuruyoruz.
Tuhaf, hem de
çok tuhaf... Şikâyet ettiğimiz her ne varsa aslında hepsinin kaynağı yine kendimiz
olduğunu fark etmekten de aciz bir haldeyiz. Bu halimizi de evrensel mesaj bize
açık bir şekilde bildiriyor aslında: "Başınıza gelen her musibet kendi yapıp
ettikleriniz yüzündendir; kaldı ki Allah birçoğunu da bağışlar."
(Şûrâ Suresi, 30. ayet)
Bağışlanmayı
istiyoruz, lakin bizi bağışlanmaya götürecek yol üzere yürümüyoruz. Paylaşma ve
yardımlaşma ayı olduğunu söylediğimiz Mübarek Ramazan ayında paylaşmamak için
kırk takla atıyoruz. Fitre verecekken en alt limitin ne kadar olduğunu soruyor
ve fitrenin tuttuğumuz oruçlar için bir şükür ifadesi olduğunu unutuyoruz.
Zekât verecekken, zekâtın bize emanet edilen malın bereketi olacağını unutuyor
ve eksileceğini düşünüyoruz.
Bize verilen can
da mal da Yüce Allah'ın ve biz sadece emanetçiyiz. Emanetin sahibi emanetini
geri aldığında bize kalan emanetin hakkını verip veremediğimiz olacaktır. Aksi
durumda tuhaflıklarımız garip bir şekilde artacak ve yok oluşumuza sebep
olacaktır.
İçinde
bulunduğumuz ayın kıymetini bilip feyzinden istifade etmek dururken şikâyet
etmeyelim. Bizler sadece emanetçiyiz ve emanetin sahibi emanetini aldığı zaman
yüzümüzün ak, kalbimizin huzurlu ve amellerimizin hayırlı olmasını murat
edelim. Aksi takdirde şikâyet ede ede tuhaflıklar içerisinde garip bir şekilde
gideceğiz.