Bu gün bizim günümüz!
Türk basın tarihi açısından
önemli bir yere sahip olan ‘Çalışan Gazeteciler Günü’ 10 Ocak gazetecilerin
yılda bir kere hatırlandığı ‘ÖZEL GÜN’ümüz!. 1961-1971 yılları arasında
"Çalışan Gazeteciler Bayramı" olarak ta kutlanan sadece, gazetecilik
mesleğini icra edenleri onurlandırmak için 1961’den beri aynı günde sadece
Türkiye’ye özgü bir kutlama… Bizler de adet yerini bulsun, yılda bir kere de
olsa gelişen teknoloji ile sosyal medyadan sadece iki satırla geçiştirilen bugün
bizlere kutlu olsun diyelim.
Basın yayın organları içerisinde
çalışan muhabirinden, sayfa editörüne, yazarlarından, matbaasında çalışanına.
Sekreterinden, dağıtıcısına kadar bu görevi üstlenen fedakâr, cefakâr olan
gazetecilerdir. Ne bir beklenti, ne makam, ne de şöhret peşindedir.
Sevdası; Al Sancak altında
özgürce yaşadığı Türkiye’mizin bekasıdır. Amacı; Milletimizin Müşterek Sesi olmaktır.
Görevi; Amme hizmetidir. Milletimizin halini de tüm çıplaklığı ile devletimize
duyurmak, devlet ve millet arasındaki o en sağlam köprüyü oluşturmaktır.
Söz konusu gazetecilikse; zaten
her gün 7x24 mesai gözetmeden işini onuruyla, şerefiyle yapmak. Onun için birilerinin
gazetecileri hatırlaması gibi bir beklentisi olmadığını bilen bilmeyene de duyursun.
Gazeteciler bu kutsal mesleği
yapmakla zaten duyguların da, makamların da en güzelini yaşıyor. Bu meslek
diğer meslekler gibi bir bedel karşılığında yapılacak bir iş değil. Biz
gazetecilerin sevdası da, işi de, gücü de müreffeh bir Türkiye için…
Ölüsü olsa ölüsüne, düğünü olsa düğününe, çocuğunun doğumuna dahi
haberde ise gidemeyendir.
Gazetecinin bir derdi değil bin
derdi vardır. Kendi derdinden önce vatandaşın derdiyle dertlenmek, devletinin
gücüyle güçlenmek, doğru bilgiyi aktarmak, halkın menfaatini korunmak. Kamuoyunun
aydınlatılması ve bilgilendirilmesi doğrultusunda, her şartta görevinin peşinde
koşmaktır.
Evet, mesleğimiz Gazetecilik…
Gazetecilik mesleği ve
gazetecilik sektörü, (gazete, radyo, televizyon, İnternet gibi kitlesel yayın
organları) demokratik toplumlarda anayasanın öngördüğü üç devlet gücü yanında
(yasayıcı-meclis, yürütücü-hükûmet, yargılayıcı-mahkemeler) dördüncü
denetleyici devlet gücü olarak anılır.
Ya gazeteci kimdir?
İşte onu da isterseniz bu özel
günümüzde küçük bir serzenişle anlatmaya çalışalım. Milat Gazetesi dış haberler
sorumlusu, 12 yıldır mesaimizi bölüştüğüm can dostum İsmail Zelvi sanki bizleri
anlatırken sanki tercüman olmuş;
“Gazeteci Yalnızdır. Gazetecinin
dostu yoktur. Beraber çalıştığı arkadaşları çoğu zaman gazetecinin rakibidir.
Haber kaynakları, bağlantılarını deşifre ederse kurulan tuzaklara düşürülür
veya sermayesi elinden alınır çoğu zaman. Gazetecinin sırdaşı, sırrını
açabileceği kimsesi yoktur. Haberiyle sırdaş olamayan gazetecinin zaten mesleki
ömrü uzun olmaz.
Gazeteci işe yaradığı zaman hiç
tanımadığı insanlar dâhil herkes tarafından aranan adamdır. Yani, başı ağrıyan,
dişi ağrıyan, hastaneden randevu alamayan, işini hallettiremeyen, haksız yere
hapse girdiğini düşünen, suç işlediği kesin olup ta cezasını çok bulan,
çocuğunu okula kayıt ettirmek isteyen veya ettiremeyen, bir yerden bir yere
tayin olmak isteyen, amirinden izin alamayan, rakip firmanın açıklarının
deşifre ederek maddi manevi kazanç elde etmek isteyen. Bakan, Milletvekili, Belediye
Başkanı, Meclis üyesi olmak isteyen veya rakiplerini zor durumda bırakmak
isteyen herkesin tek adresi gazetecidir. Kullanışlı gazetecinin telefonu
susmaz.
Gazeteci denge adamıdır. Öyle her
yerde doğru bildiğini yazıp çizemez. Çalıştığı kurumun menfaatlerine veya
politikalarına aykırı bir şey yaptığı zaman kapının önünde bulur kendini.
Patronun veya yöneticilerin dostlarının ayağına basmaktan özellikle imtina
etmelidir. Hangi çıkar odağı ile yöneticilerin al takke ver külah ilişkisi
olduğunu bilmezse kim vurduya gidebilir.
Gazeteci duygularını öldürmüş
adamdır. Çoğu zaman yaptığı haberi kendisine getirenler tarafından hedef
gösterilir. Atlar tepişir filler ölür misali, çatışan, siyasi veya ekonomik
odaklar üzerlerindeki sorumluluğu atmak için gazeteciyi tefe oturturlar. Yaptığı
bir haber yıllarca yüzüne gülen, kendisini kullanmak isteyenleri bile düşmanı
yapar...”
Gazeteci sefalet ücretiyle
çalışıp zenginmiş gibi yaşayan adamdır. Başkasının sefaletiyle, işsizliğiyle
mücadele eder, başkalarının sorunlarını dile getirir ama kendi sefaletiyle
ilgili gıkını bile çıkartamaz. Endüşük memur maaşını 32 bin lira olduğu bir
yerde. Yarısı kadar para kazanan, Vali,
Emniyet Müdürü, İl Başkanı, milletvekili, bürokrat, belediye yöneticisi,
Başhekim, Doktor, Holding CEO’su, Hâkim, Savcı, Avukat ile oturup kalkmak
durumunda kalan gazeteci fukaralığını belli etmemek zorundadır. Bir holding
sahibiyle en lüks lokantada buluşur veya en zenginlerin katıldığı toplantıyı
takip eder ama toplantıdan çıktıktan sonra onlar gibi lüks arabalarına binmez,
evine ulaşabileceği toplu taşıma araçlarını beklemek zorundadır.
On yıllarca asgari ücretle primleri
ödenen gazeteci, emekli olunca da en düşük maaşa talim etmek zorundadır.
Sendikalı bir çöpçünün emekli maaşının yarısı kadar maaş alır emekli gazeteci.
Hiçbir sendika müfettişi onlarca teftiş yaptığı halde bu adam, 10, 20 yıldır
hep asgari ücretle mi çalıştı. Bu adımın kıdemi artmadı mı, demez, diyemez.
Medyanın gücünden korktuğu için.
Bu kadar laf salatasını
halimizden şikayet olduğumuz için değil…. Bizim medya mahallesinin hali pür
meali tıpkı siyasi arena gibidir. Yani toplumun yüzde 70’i sağ partilerin
destekçileri olduğu, yüzde 30’u sol partilere oy verdiği gibi gazetelerde de bu
oran üç aşağı beş yukarı aynıdır. İktidar her ne kadar sağ, milliyetçi
mukaddesatçı olsa da, medya mahallesinde hâkimiyet her zaman soldadır. Sol
toplumdaki azınlık dayanışması sebebiyle birbirlerini her zaman her yerde
destekler. Sağcı bir gazeteci ise azınlık, franksiyon dayanışmasının içine
girmediği için yalnızdır. Bir ekip içinde değilsen de zaten gazeteciliğin uzun
süreli olmaz.”
10 OCAK ÇALIŞAN GAZETECİLER GÜNÜMÜZ KUTLU OLSUN…