Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
10 Haziran 2019

Bu gümrükte neler geçmiş neler

17. Asırda Osmanlı Urfasında gümrük malı eşyalar ve ilginç gümrük olaylarının arşivi size bir merak uyandırır mı?Ya da tüccarların hâli, şemali nedir, nerden gelip nereye giderler? En çok hangi vilayetlerin tüccarları Urfa gümrüğünden mallarını geçirmişler. Kaçakçılar hakkında yapılan muameleler...Bütün bu sorulara cevap aramakla okuduğum bir kitap var elimde:

Urfa Gümrük Defterleri...

Harran Üniversitesinden Doç. Dr. Mehmet Emin Üner Hoca, 1736 ve 1741 yıllarına ait Urfa Gümrük defterleri üzerine yaptığı transkrip ve değerlendirmesi kitapta yer alıyor. Osmanlı Deveti’nde gümrük işleyişi hakkında bilgiler, Urfa gümrük defterlerinin fizikî yapısı, bu defterlere nasıl ulaştığı hakkında bilgiler verilmiş. Gümrük defterleri kronoljik bir sıraya göre verilmiş, transkribi yapılmış. Değerlendirme bölümünde tüccarların memleketi, getirdikleri ürünler yer almakta ve buna dair tablolar oluşturulmuştur.

Kitapta hangi maldan bâc alınmış hangi maldan gümrük vergisi alınmış hepsi belirtilmiş. Günümüzde bâc vergisi olmadığı için anlatmak biraz zor olacak. İran’da bulunduğum yıllarda sigorta şirketlerinin üzerinde “bâc” yazılıyordu. Bu kelimenin çıplak anlamı fidye olsa da bir devletin tüccardan fidye alacağı düşünülmezdi. Kitabın yazarına ulaşmayınca emekli gümrük müdürü aynı zamanda şair olan Osman Bölükbaşı Dara dostuma sorduydum. Daha önce Urfa’da gümrük müdürlüğü yaptığı vakitlerde tanışmıştım. Kendisi de metindeki gidişata göre bu verginin bir transit vergisi olabileceğini söylediydi. Daha sonra eseri hazırlayan kıymetli hocamız Dr. Mehmet Emin Bey dönüş yaptı. Meğer kitabın sonunda “bâc” vergisi ve diğer terimler için mini bir sözlük hazırlanmış. Ve “bâc” terimi emekli gümrük müdürünün verdiği anlamla aynıydı. Tam olarak sözlük anlamını veriyorum: Bu vergi, pazarlarda alınıp satılan hayvandan, cins maldan, ithal edilen ve Osmanlı topraklarından transit olarak geçirilen mallardan alınırdı.

Kendi adıma söylüyorum. Kitabı ortasından okuyunca bazen önemli yerleri kaçırıyor okuyucu. Şermende...Yazara sordum. Bu kitabınızı okuyup da “Şu vergiyi ödeyen şahıs bizim büyükdedemizin lakabıydı.” Diyen bir Urfalı çıktı mı acaba? Maalesef böyle bir bilgiyle hocamızın karşısına çıkan bir Urfalı yokmuş. O kadar Sülale ismi var. Soramadan edemiyor insan. Bu sülale nasıl da eriyip gitmiş? TYB Şeref başkanı yazar Mehmet Doğan “Ömrüm Ankara” adlı kitabında Ankaralılar’a hitaben “Meraksızlar Şehri!” ifadesini kullanmıştı. Aynı ifadeyi fakir de Urfalılar adına kulllansa yeridir.

“Meraksızlar şehri Şanlıurfa”...

Hadi diyelim “Tenzireli Kirkor” bir Ermeni’ydi. Ermeniler şimdi Urfa’da yaşamıyor. Peki Dergezenli (Dergizenli) Abdullah, Germuşlu Sofi, Nalbandzâde Abdullah ya da Karaköprülü Seyyid Ömer’in torunları yaşamıyor mu şimdi Urfa’da? Yâ dâ Karageçili Hüseyin’in torunları. Urfa’da Karageçili (Karakeçili) diye bir aşiret var ve bu aşirete mensup binlerce insan.

Bu kadar kısa sürede nasıl da Urfa meraksızlar şehri olmuş, bilemiyoruz. Şehrin sosyologlarına iş düşüyor. Kıymetli yazarımızın bir hatırlatmasını da burada anlatmadan geçemeyeceğim. Urfa’da eğer bir vakıf senedi ya da tapusu söz konusu olduğunda meraklılar çoğalıyor. Onların tek merakları vardır. Acaba biz de bu vakıf malının mirasçıları mıyız? Hocaya bunu okur musunun, şunu okur musun ricaları çoğalıyor. Hoca da vakıf malına sadakatinden dolayı bu meraklı(!) meraksızlara iltifat etmemiş.

Urfalıların o kadar meraksız duruşlarına rağmen merakla ve ilmi bir aşkla yorucu bir çalışma yapan Mehmet Emin Üner Hocamız, kitabın önsözünde meşakkatli yolculuğunu şöyle anlatıyor. “ ... Ancak Osmanlı Devleti zamanında tutulan bu gümrük defterlerin büyük bir kısmı günümüze ulaşmamıştır. Dolayısıyla Urfa gümrük defterlerinden günümüze ulaşan çok az sayıda defter olmuştur. Üstelik Başbakanlık Osmanlı Arşivi kataloglarında “Urfa gümrük defterleri” adı ile bir kayıt da bulunmamaktadır. Bu defterlere Mehmet Genç Hoca’nın arşivde işaret ettiği bazı “fon”ları tarayarak ulaşabildim. Bunlar da 1148/1736 ve 1153/1741 yıllarına ait olmak üzere sadece 30 aylık bir zaman dilimini kapsamaktadırlar. Bu defterlerin büyük kısmının günümüze ulaşmadığı bilgisine rağmen Urfa’ya ait bütün defterleri bulma ümidine kapıldım. Ancak arşivde yaptığım bütün araştırmalar sonucu değiştirmedi.”

Urfa’da on sekizinci asırda acaba ne satılıyordu?Ya da o dönemde hangi mallar rağbet görüyordu? Bu soruları kendi kendize sorduğumuzda şu sonuçla karşılaşırız. Evvela yazarın tespine göre Urfa’da satılan ürün çeşitlerinden şehrin refah seviyesi de kısmen de anlaşılmaktadır. Mesela en pahalı ürün olan ipek,Urfa’ya yarı mamül olarak girer. Bu ürünü sadece Karaköprülü tüccarlar getirip satabilmişlerdir. Merkezdeki Urfalı tüccarlar dışarıdan daha çok aba alır ve getirip Urfa’da satar. Urfa Gümrüğünden geçirilen bazı mallar...Pamuk ve pamuk çeşitleri, ipek ve ipek çeşitleri, alaca kumaşı, Kutni kumaşı, Aba, Car kumaşı ve çeşitleri, kendir, sabun ve diğer mallar ya Urfa’da ya tüketiliyor ya da transit olarak geçiriliyordu.

O dönemin tüccarlarından bazıları şunlar: Mardinli Kör Abdo, Hacı Bektaş oğlu Molla Mehmed, Musullu Ömer Beşe, Karageçili İbrahim, Hancı Mustafa Çelebi, Diyarbekirli Bozo, Kürd Halil,Çandır Ahmet, Katırcı Yasin gibi tüccar ismleri geçmektedir.

Bu araştırma vesilesiyle Urfa ve civarında bazı ilçe ve köylerin orijinal ismilerini de öğreniyoruz. Mesela Bozova ilçesinin onsekizinci asırda ismi “Bozâbâd” imiş, Haydarâbâd şehri gibi... Şimdi Adıyamn’a bağlı bir ilçe olan Besni adı da o vakitler “Behisni” imiş. Bugün Şanlıurfa şehir sınırları içerisinde kalan “Edene” köyünden de meşhur tüccarlar varmış. Yine Germicli beldesi bazı yerlerde yazılan Germüş beldesi ile aynı mı yoksa ayrı yerler mi? Bunu öğrenmek lazım. Urfa gümrüğünden malı geçirip Trabzona götüren tüccarlar da varmış ki şehrin adı o zamanlar kayıtlarda “Trabuzan” olarak geçmiş. Yanı başımızda komşu vilayetimiz Adıyaman’ın ismi “Hısn-ı Mansur” imiş.

Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz. Urfa, Musul-Urfa-Halep kervan yolu üzerindeki konumu ile bölgede ticari faaliyet içinde merkezi ağırlık taşımaktaydı. Zira Diyarbekir’den gelen, oradan Mardin ve Musul yoluyla Urfa’ya ulaşan ve oradan da Haleb’e giden ya da tersine işleyen bu ticarî sistem içinde dolaşan mallar, bu şehirlerin ekonomik hayatına büyük bir canlılık getiriyordu. Tüccarlar bu yollar üzerinde bulunan şehirlerde bazı mallarını satma ve yeni bir kısım mallar satın alma imkânı bulabiliyorlardı. Ayrıca bu şehirlerden başka şehirlere götürdükleri ticarî mallar için de buraların transit geçiş kolaylıklarından yararlanıyorlardı. Pek tabii olarak bütün bu faaliyet merkezî yönetimin düzenlediği kanunlarla yürütülmekte idi. Devletin sağladığı güvenlik karşılığında bu ticari faaliyette bulunanlardan belirli miktarda vergi almaktadır.

Bu yazma vesikaları gün yüzüne çıkarıp bir kuyumcu titizliği ile işleyen ve günümüz ilim dünyasının istifadesine sunan Mehmet Emin Üner Hocamıza müteşekkiriz. Kıymete haiz bu çalışması 18.asır Osmanlı Urfa’sının sosyolojik ve ekonomik yüzünü de ortaya çıkarmıştır.