Dolar (USD)
32.45
Euro (EUR)
34.77
Gram Altın
2442.38
BIST 100
9888.1
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE


Bu gitmeler gitme değil

Hüner teraziyi dengede tutmaktır. Buna adalet denir. Adalet ise mülkün temelidir. Adaletin olmadığı hiçbir ailede, ülkede ve toplumda huzur olmaz.

Ne yazık ki, adaleti mahkeme salonlarında arayan, çoğu kez oraya hapseden bir toplum haline geldik. Oysa adalet, öncelikle kişinin yüreğinde, vicdanında, aklında olmalı, oralarda aranmalıdır. Adaleti sağlayacak kişiler de kadın veya erkek toplumun her bir ferdidir. Bu bazen bir baba, anne, dede, nine, kayınvalide, kayınpeder, evlat, torun, eş, kardeş bazen bir komşu, patron, yönetici, bazen de mahkemede hüküm veren hâkimdir.

Toplumumuzda yanlış algılanan bir başka husus ise “adâlet”in “eşitlik” kavramıyla karıştırılması ve aynı anlamda kullanılması hususudur. Allah insanları farklı özelliklerde yaratmıştır. Kimini kadın kimini erkek, kimini güçlü kimini zayıf, kimini uzun boylu kimini cüce, kimini güzel sesli kimini lal, kimini akıllı kimini zihinsel engelli. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Dolayısıyla her birinin yapabileceği ya da yapamayacağı işler vardır.

Felsefi bir yaklaşımla kadın bir insandır, erkek de bir insandır; o halde erkeğin yapabileceği her işi kadın, kadının yapabileceği her işi de erkek yapar deyip aynı işlerde çalıştırırsak eşitliği sağlarız ama adalet terazisini bozarız. Son yıllarda birileri bu adalet terazisinin ayarlarıyla oynamaya, toplum huzurunu bozmaya uğraşıyor. “Efendim, muğlak konuşuyorsunuz, söylediklerinizden bir şey anlayamıyorum” diyenlere şunu demek istiyorum: Eskiden,

“Ey benim bahtı yârim

Gönlümde tahtı yârim

Yüzünde göz izi var

Sana kim bahtı yârim?”

türünden yüreğe dokunan türkülerimiz vardı. Uğruna savaştığımız, gerektiğinde kanımızı ve canımızı verdiğimiz kadınlarımız; yüzünde hüznü, gözyaşını değil, yabancı bir göz baktığında o göz izini bile gördüğümüz, değerli, nazik, nazenin eşlerimiz, sevgililerimiz vardı.

Şimdi ise hiçbir şeyden korkmayan, hiçbir şeyi takmayan, hiçbir şeye doymayan, her yerde her vakit, her şartta, her işte ve herkesle çalışan hırslı, güçlü, azimli, kararlı ve paralı kadınlarımız var. Bu durum keşke huzur getirmiş olsaydı hanımlarımıza ve hanelerimize. Evlerimizde yaşlılarımızın ve çocuklarımızın yüzü gülseydi; yuvalarımız neş’eyle dolsaydı da eşler olarak birbirimizi daha bir içten sevseydik. Ne var ki paralı hanımlarımızın yürekleri daha bir yaralı. Birçoğunun gün boyu göremediği çocukları sokaklarda, barlarda; eşleri başka kollarda, başka yollarda. Boşanmalar gün geçtikçe artıyor; aileler dağılıyor. Ne yazık ki, uğruna kan akıtılacak kadar değerli olan kadınların, bu modern çağda en yakınları tarafından kanları akıtılıyor. Evde, işte, sokakta daha bir zulme uğruyorlar. Ekonomik bağımsızlıklarına kavuşturulmuş, özgürleştirilmiş, bir o kadar da hırslandırılmış; evinden, eşinden, çocuklarından, annesinden babasından kurtarılmış ama zalimlerden ve kendisine yapılan zulümlerden kurtarılamamışlardır. Artık yukarıda bir dörtlüğünü verdiğimiz türküler yerine,

“Ey benim çılgın yârim

Daima dalgın yârim

Evden çıktın çıkalı

Evinde yangın yârim”

türünden yüreğe dokunan değil yüreği yakan türküler yakılıyor. Eğer bir ülkede, özelde veya kamuda çalışan kadınların sayısı erkeklerin sayısından, boşanmalar evliliklerden fazla; kreşlere, yetimhanelere, yaşlı barındırma ve kadın sığınma evlerine daha çok ihtiyaç duyuluyor ise bir şeyler yanlış gidiyor demektir. Sabahattin Ali’nin dediği gibi, “Bu gitmeler gitme değil!” dir.

Bu yazıyı yazabilecek seviyede eğitim görmüş biri olarak kadınlar ev işlerinin dışında çalışmasın demiyorum. Kadını evinden çıkarmak, çocuğundan koparmak, kocasından korumak; çarşıda pazarda, özel ya da kamu kuruluşlarında çalışmaya özendirip, ev hanımlarının yaptığı işleri değersiz görmek veya her platformda kadını kutsayıp putlaştırıp, her beyanını doğru kabul etmek, erkeği de cani, katil, kadın düşmanı olarak görüp en ufak bir tartışmada beyanına bile gerek duyulmadan suçlu göstermek insafa sığmaz. Böyle bir yaklaşım, aileyi dağıtır; kadına da erkeğe de çocuğa da yakınlarına da zulümdür.

Kadın olsun erkek olsun inancımızda insan, “eşref-i mahluk”tur; yaratılmışların en şereflisidir. Toplumu ayakta tutan, bireye ve topluma huzur ortamı sağlayan, kadın ve erkeğin “ev”liliği ile kurulan ailedir. Annenin ve babanın olmadığı dağılmış evlerde huzur kalmaz ve sağlıklı nesiller yetişmez. Devlet kadını güçlendirmek istiyorsa, onları dışarda çalışmaya özendirmek yerine çalışan kadınlara sağladığı imkânları, kendini sağlıklı nesiller yetiştirmeye, ailenin huzurunu korumaya adayan ev hanımlarına da sağlamalı; sağlık sigortalarını, emeklilik primlerini, çocuk bakım ve kreş ücretlerini ödemelidir.

Bunları yazmak biliyorum, sadra şifa olmaz; aksine pek çok kişinin huzurunu kaçırır; eleştiri oklarına hedef olmama neden olur. Bu yüzden belki Hz. Ali Efendimizin, “Sükȗtun heybetini, ucuz söz ile satma” emrine uyup sükȗt etmemiz gerekirdi ama ikaz etmek de dostun vazifesidir. Ailemize dıştan gelen saldırılara karşı içten ikazlarla dostlarımıza, yöneticilerimize yardımcı olmak, ailemizi, neslimizi ve toplumumuzun huzurunu korumak insani ve vicdani bir sorumluluktur.