Bu defa sizin çocuklar değil, bizim çocuklar başardı
26 Ağustos
1071’de Malazgirt Meydanı’nda zulümde sınır tanımayan Bizans İmparatoru Romen
Diyojen’in zulmüne son verip, Anadolu’yu Türklere yurt kılmak isteyen Selçuklu Sultanı Alparslan ne demişti,
“Yâ Rabbi!.. Seni kendime vekil
yapıyor, azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda
savaşıyorum... Ey askerlerim!.. Eğer şehid olursam bu beyaz elbise kefenim
olsun. Zaferi kazanırsak istikbal bizimdir. Biz ne kadar az olursak olalım,
onlar ne kadar çok olurlarsa olsunlar, bütün Müslümanların minberlerde bizim
için dua ettikleri şu saatte kendimi düşman üzerine atmak istiyorum. Ya
muzaffer olur, gayeme ulaşırım; ya şehid olarak cennete giderim...”
İşte bu dua
ve inançla bâtıla galebe çalınmış, Anadolu’nun kapılarını Türklere açılmıştı.
*
1453’te
İstanbul’u fethe çıkan genç Sultan Mehmed
de kararlılığını şu tarihi cümlelerle ifade etmişti, “Ya İstanbul beni, ya ben İstanbul’u alırım”. Bu ne demekti; Türkler bu sefer de İstanbul’u alamazsa düşman karşı
taarruza geçip Anadolu’ya göz dikecekti. Bu ne demekti; bugün Filistin’de,
Suriye’de yurtlarından sürülenlerin karşı karşıya kaldığı vatansızlık demekti. Vatansızlık ne demek; işkence, tecavüz,
açlık, sömürü düzenine köle olmak demektir. Evlâd-ı Fâtihân Diyârı Bosna’da,
Arakan’da, Doğu Türkistan’da yaşananlar şayet Fatih Sultan Mehmed İstanbul’u feth etmeseydi aynı mezalimi Türkler
yaşayacaktı.
İlâyı
Kelimetullah için Haçlı ordularını perişan eden, Bizans İmparatorluğu’nu
yeryüzünden silen Türklere karşı bâtılın kin, nefret ve hıncı hiç bitmedi. 3 kıtada 624 yıl hüküm
süren koskoca Osmanlı’nın “hasta”
olmasını fırsat bilen 7 düvel, 7 cephede “bâtıl”ın
sırtlan sürüleri tarafından kuşatıldı.
Birinci Dünya
Savaşı’nın en şiddetlisinin yaşandığı hele bir Çanakkale Cephesi vardı ki, burada yaşanan mahşeri Âkif şöyle özetler: “Ne büyüksün ki
kanın kurtarıyor Tevhid’i… / Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi. /
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? /
“Gömelim gel seni tarihe” desem, sığmazsın. // Ey şehid oğlu şehid,
isteme benden makber, / Sana âguşunu açmış duruyor Peygamber.”
Biz
özgürlüğümüze bedel olarak sadece bu cephede 57 bin 84 canımızı feda ettik. Kafkasya, Sina ve Filistin, Irak, Hicaz-Yemen, Galiçya, Balkan Cepheleri’nde yaşananlar da Çanakkale’den farklı değildi. Bu trajedilerle dolu savaşta
Osmanlı’nın tahminen 240 bin askeri esir
düşerken, 3 milyon insanı da şehid oldu. Buralarda bir nesli, dahası hafızamızı kaybettik. Çanakkale nesli yaşasaydı bugün Türkiye
dünyanın süper güçlerinden bire olurdu.
*
Türklerle “Hak-Bâtıl Cephesi”nde karşı karşıya
gelmeye korkanlar canlarını yakmamak için maşa kullanmaya başladı.
2 milyon kilometrekareden 783 bin 562 kilometrekareye
düşürdükleri vatanımızın içine ve etrafına ektikleri fitne ateşiyle her
fırsatta diz çöktürmeye çalıştılar.
1980 Askeri Darbesi öncesinde Sivas’ta, Maraş’ta,
Çorum’da Sünnî-Alevî kardeşliğini
baltalamak, kardeşin kanını kardeşe akıttırmak için bütün ajan provokatörlerini
devreye soktular.
İstedikleri sonucu alamadılar.
*
1978’de
kurdurdukları, 15 Ağustos 1984 akşamı
Eruh ve Şemdinli’de piyasaya sürdükleri eli kanlı PKK’yla, 35 yıldır Türk-Kürt kardeşliğini yok etmek bebek,
çocuk, sivil, asker demeden oluk oluk kan akıttılar. 6 binden fazla sivili
katledip, 9 bine yakın polis, asker, korucu gibi güvenlik görevlisini şehid
ettiler. Çocukları dağa kaçırıp aileleri hüzne ve mâteme boğdular.
İstedikleri sonucu alamadılar.
*
28 Şubat
Postmodern Darbesi’nde kullandıkları maşalarla “laiklik silahı”nı çekip bu vatanın asli unsuru Müslümanlara hayatı
zindan ettiler. Sermayeyi renklere ayırıp, “yeşil sermaye” adını verdikleri sermayeye “topyekun savaş” açıp, birer birer iflas ettirdiler. Üniversitelerde
ilim ve bilim tahsili yapan sakallı, başörtülü öğrencileri “ikna odaları”nda işkenceye tabi tutarak
yurtlarından hicret ettirdiler. Başbakan Prof.
Dr. Necmeddin Erbakan’ın iktidar üzerinden iç savaş çıkartıp, Müslümanları
kan batağında boğmak için bütün yolları denediler.
İstedikleri sonucu alamadılar.
(Geçtiğimiz
günlerde 28 Şubat Postmodern Darbesi’nin asker ayağı yargılanıp, başta
Genelkurmay 2. Başkanı emekli Orgeneral Çevik
Bir olmak üzere 14 sanık “hükümeti
cebren düşürmeye teşebbüs” suçundan müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Geç
gelen adalet, adalet değildir. Bu zulmün hesabı rûz-ı mahşere kaldı.)
*
27 Nisan 2007
gecesi e-muhtıra ile hükümete parmak
sallayıp, başarılı olamayınca, 40 yıldır devletin içinde habis ur gibi
büyüttükleri “ordu”larını bundan tam
5 yıl önce 15 Temmuz 2016’da
milletin üzerine saldılar.
Elebaşı Fetullah Gülen tarafından organize
edilen ve devletin ve dahi milletin kılcal damarlarına sinsice sızan Fetullahçı
Terör Örgütü (FETÖ), Hasan Sabbah’ın Haşhaşileri gibi havadan, karadan,
denizden saldırarak milleti ve dahi devleti abluka altına almaya çalıştı.
*
Asker kılıklı teröristler;
İstanbul'daki
Boğaziçi ve Yavuz Sultan Selim Köprüleri’ni işgal etti...
İstanbul
Büyükşehir Belediye Sarayı'nı bastı...
Vatan Emniyet
Müdürlüğü önünde tank yürüttü...
Mürted Hava
Üssü’nden kaldırdıkları savaş uçaklarıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni,
Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'ni, Gölbaşı Havacılık Dairesi'ni, Gölbaşı Özel
Harekât Daire Başkanlığı'nı, Emniyet Müdürlüğü'nü, TÜRKSAT tesislerini
bombaladı...
Türkiye’yi
işgal etmeye çalıştı...
*
Ruhunu
satmışlara karşı 15 Temmuz’da “Ya
istiklâl, ya şehadet!..” diyerek destan yazan Şehid Ömer Halisdemirler, tankın önüne yatarak vatanını savunan Gazi Sabri Ünallar, tek başına darbecilere
meydan okuyan Safiye Bayatlar, henüz
14 yaşında olmasına rağmen cesurca sokağa çıkarak cuntacılara göğsünü siper
eden Adviyye Gül İsmailoğlular bütün kirli hesapları bozdu. Bir kez daha
gelecek nesiller bu topraklarda özgürce yaşasın diye bedel ödendi.
*
Ölümü öldüren
251 canımızı zalimce katledip, 2196 mücahidimizi yaraladılar.
Bu defa sizin çocuklar değil, bizim
çocuklar başardı.
Başaramadınız,
asla da başaramayacaksınız.
Çünkü biz ekmeksiz, susuz yaşarız; vatansız asla.
Bugün 15 Temmuz Millî Birlik ve Demokrasi Günü.
İlelebed
kutlu olsun.
***
Z KUŞAĞI İŞSİZLİĞİN
PENÇESİNDE...
Özgürlüğün
tadını çıkartmakla birlikte, zor günlerden geçiyoruz. Kovid-19 musibeti
hayatımızı zorlaştırdı. Zorlaştırmaya da devam ediyor. Sıkıntılar kartopu gibi
büyüyor. Bir tarafta pandemi, diğer tarafta işsizlik. Vasıfsız elaman arayanlar
işçi bulamazken, vasıflı gençlik işsizlik buhranı yaşıyor.
Bunlardan
biri de benim evladım. Türkiye’nin en iyi devlet üniversitelerinden birinden
mühendis olarak mezun olup, yüksek lisans yapmasına rağmen iş beğenmiyor değil,
ciddi ciddi iş bulamıyor.
Kuşak
ayrıştırmasından hazzetmem fakat çoğunluğu AK Parti iktidarında gözlerini
dünyaya açan Z Kuşağı artık ülkenin
kaderini etkileyecek olgunluğa erişti.
Sayın
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, hafta başı Beştepe Millet Kongre ve Kültür
Merkezi’nde gerçekleştirilen Türkiye Gençlik Zirvesi’nde gençlikten umutlu
olduğunu ifade etse de özellikle bu kuşak zorluklar karşısında bocalıyor.
Son yerel
seçimlerde bu kuşak iktidarı uyardı; 2023’e kadar bu kuşağın sıkıntılarına
çözüm üretilmez ise tercihlerini iktidarı değiştirmek yönünde kullanacakları
aşikâr.
Yani
özellikle bu kuşak; sözde değil, özde
eylem istiyor.
Avrupalıların
gıpta ile baktığı bu emsalsiz zenginliğimizi; yani gençliğimizi heba etme
lüksümüz yok. Onlara kulak kesilip, dertlerine derman, sevinçlerine ortak
olmamız lâzım.
Konuyla
ilgili Cumhurbaşkanlığı makamından, Türkiye Cumhuriyeti Sanayi ve Teknoloji
Bakanlığı’ndan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’ndan birileri kalkıp da “sizin sıkıntınız nedir arkadaş” diye
arar mı?..
Emin değilim.
İletişime
geçerlerse gerekli paylaşımı yaparız.
Vesselâm.