Dolar (USD)
34.57
Euro (EUR)
36.00
Gram Altın
3017.21
BIST 100
9549.89
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
25 Mart 2020

Bu Cuma’da Sensiz Geçti

Bu Cuma da sensiz geçti. Sen kal yerinde. Biz yine geleceğiz. Bugün en tanıdık yabancıya gidiyorum. Sinemaya… Sinema da belki bana tanıdık gelmeyecek. Tiyatroya, baleye... Hayır hayır oralar da kapalı. Belki tekrar gelirim, son cemaat yerinde bir akşam namazı sonrası bir düş kurar, düşüncelere dalarım. Resulü ve ashabını düşünürüm. Mescid-i nebevi'yi mesela…

Şair M. Akif İnan’ın dediği gibi: “Kucaklasın beni İslam” diyordu…

O vakitlere giderim. Tarihin tozlu sayfalarına dalarım. Birçok sayfasını atlayarak bitirdiğim kitaba yeniden sığınırım. Şair Nedim’den, nedimelerinden bir miktar gam alırım kam niyetine. Şâd olmuş gönülleri nâşâd kılan kim? İçimdeki bu putları kırar da girerim. Lakin bende bir his var sende olduğu gibi. Nedim ki nedimesine;

İzn alıp maderden Cuma namazına deyü

Sa’dabad’a gidelim onun yerine…

Şimdi bu hissi anlayabiliyor musun Nedim’i dinlerken. Sadabad’ı bilenler bilir. İstanbul’un seyfiye, gezinti yeriydi. Şimdilerin Etiler’i, Taksim’i…Gerisini ne sen dinle ne ben söyleyeyim. Şair Nedim’den bir kaç asır sonra cevap gelir hissimize tercüman olarak...“Kardeşim sen kimi Cuma namazı yerine eğlencelere götürüyorsun” diyen bir babayiğit gelir. Bu babayiğit, Şair Sezai Karakoç’tan başkası değildir.

Sinemeya gidelim de annene

Cuma namazına gidelim onun yerine

Camilerimizdi bizi Sezai Karakoç’un bu mısralarında anlamlaştıran. Camiilerimizdi bizi Hakk’la buluşturan. Camiilerimizdi bizi tevhid ve vahdete sevk eden. Orada Allah’a kul olmak adına vakti kuşanıyorduk, Hasbihaller de yapıyorduk. Gün geldi Nedim, gün geldi başkası bizi camiilerden uzaklaştırdı. Burası bir dönem sonra toplanma yerimiz değil adeta tapınma yerimiz oldu. Ve tapınağa dönüştü camiilerimiz.

Çoğumuz öksüz, çoğumuz gurbetteyiz şimdi…Bazılarımız sürgünde…

Şimdi soracağım, sormak hakkım değil mi? Hakikati irtifaya uğratanlara soracağım. Yoksa cevapları, ki yoktur. Bir kuru değnekle peşlerine düşeceğim. Değneğim yoksa bir kova suyu alıp başlarına dökeceğim. Islanırlar, belki de uslanırlar…

Sezai Karakoç, yeniden diriliş için “selâm”, “danışma”, “uzlaşma”,örgütleme” teklifini yapıyorduk. Ben de bir ekleme ile katkıda bulunayım: “dayanışma”… Bunların hepsi namazımıza eklenirse birlikte ibadet olur. Oysa şimdi camiilerimizde ve mescidlerimizde geldiğimiz son nokta şudur: “Namazımızı kılıp çıkalım”

Namazı bir an önce kılıp kendimizi dışarı atmak. Çünkü falanca yerdeki randevumuza yetişmek için can atıyorduk. Diyemiyorduk ki ikindi namazı sonrası buluşalım. Saat 15.45 uygun mu? Sakın geç kalma ha! 15.46’da giderim, bak! Tehditleri içerisinde ancak farz namazını eda ediyorduk. Camiiden çıkışta da bir dilenci gördük mü eline sıkıştırırdık üç beş kuruşu. Yüzüne bile bakmazdık bu dilencinin. Falanca camiinin filanca dilencisi var deyip geçerdik. Bunlar neden dileniyorlar, dilekleri nedir? diye sormazdık. Hani nerde kaldı “dayanışma”?

Şimdi kıblemize dönelim: Ka’be’ye… Sonra ilk kıblemizi hatırlayalım Mescid-i Aksa ne durumda? Cuma günü Müslümanlar için bir toplantı günü evrensel anlamda insanlığın meselelerinin konuşulduğu siyasi bir faaliyet ise peki o zaman hac nedir? Hac ibadeti de Müslümanların yıllık kongresi değil midir? Bu kongre de nereden çıktı. Rahma çağdaş değerlerle nasıl böyle yaklaşılır, diyenler çıkabilir. Eğer varsa böyle yaklaşanlar muhtemelen Emeviler’in baskı öğretisini üzerinden atamamışlardır. Hz. Resul’ün döneminde Veda Hutbesini okuyalım. Hz. Ömer’in döneminde Cuma toplantılarındaki hararetli tartışmaları İslam tarihçileri bize aktarmıyor mu?

Dünya Müslümanları, her yıl Allah’ın evine gelip istişarelerde bulunmuyor muydu? Onlara ibadet için öğretilen belirli ritüeller vardı. İyi abidlerdik. Ama Hindistan’da Müslümanlar yakılıyor, Çin’de Müslümanlar ev hapsinde işkenceler ve türlü eziyetlere reva görülüyordu. Suriye, Irak, Arakan… milyonlarca insan öldürüldü. Bir o kadarı evlerinden, yurtlarından edildi. Bunlar için kimse Müslüman kardeşinin derdiyle dertlenmiyordu. Allah’ın evinde.

Acaba hangimiz hacca gittiğimizde M.Akif’in Safahat kitabını alıp götürdük? Acaba hangimiz orada Hindistanlı Müslümanlarla hasbıhal edip alın şu kitaba Muhammed İkbal’in öğrencilerine götürün, dedik. Muhammed İkbal ile Mehmet Akif, yüzyıl önce dijital iletişim yokken haberleşebiliyorlardı. Kabe’ye götürüp orada Pakistan’dan gelen Müslümanlara bu kitabı Muhammed İkbal’in öğrencilerine götürün dedik mi? Bilmiyorum, bilemiyorum.

Yakın zamanlarda kirli ayaklarıyla Ka’benin üzerine çıkıp ve Kabe’nin temiz örtüsünü kirleten köleler gördük. Gözlerimizle gördük bu nahoş görüntüleri… Allah’ın evine saygısızlık acaba Allah’ın zoruna gitmez mi? Biz Müslümanlar buğz ettik sadece. Selman’ın Kabe’nin üzerine çıkmasına.

Ka’be’de şimdi tavaf yok. Ebabil kuşlarına vazife düştü yine. Malum bir gazaptan dolayı. Dünya insanları tecrid’e girdi. Korona virüsü dünyayı kırıp geçiyor. Kab’e, kapılarını kapadı. Bütün dünyada camiiler ve mescidler de toplu ibadetlere kapalı.

Bunun sebebini bilebilmek için kahin değilim. Ama İlahî öğretilerin okumaları doğrultusunda şu öngörüde bulunabilirim. Hatta dünyada depremler ve diğer tabiat olaylarını da. Ve Allah’ın gazabı üzerimizde…. İki damla gözyaşı… Hâ nerede kalmıştık. Camiilerimiz kapalı. Yunus Emre’den hiç duydunuz mu böyle kızgın mısralar. Bugün işte Yunus Emre olacağım.

“Bırak beni şehre varam feryad u figan koparam.”

Sonra içimden geldiği gibi ben olacağım.

Nerdesiniz ey Müslümanlar!?

Hayır hayır, nerdeydiniz ey Müslümanlar?