Dolar (USD)
34.17
Euro (EUR)
38.14
Gram Altın
2920.00
BIST 100
9777.46
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

28 Eylül 2024

​Bu Coğrafyanın İnsanları

Modernitenin Batı’da doğuşundan itibaren bu hikayenin farklı boyutlarını birer izlek noktası olarak takip etmek mümkündür. Hepsi de farklı sosyolojik analizlerin konusu olan bu hikayeler içinde “sömürü” bugüne de etkileri itibarıyla takip edilmesi gereken önemli bir başlıktır.

Batı dışı toplumlarda ve bilhassa Ortadoğu’da sömürü farklı aşamalardan geçerek, içindeki bileşenlerin çarpanlarıyla bugün ülke ve coğrafyadaki sınırların değişmesine kadar varmıştır. Esasen Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinden çekilmesiyle birlikte, özellikle Ortadoğu coğrafyasında ciddi bir boşluk meydana gelmiştir. Burada boşluk ile kastettiğimiz, Osmanlı Devleti’nin siyasal, sosyal, ekonomik, kültürel düzlemde sağladığı dengenin bozulmasıdır.

Osmanlı’nın çekilmesiyle birlikte öncelikle açık işgallerle kendisini gösteren bir sömürü izlenmiştir. Zaten modernite yarattığı sosyal, ekonomik, kültürel açılımlar kadar askeri işgal ve sömürülerle etkinliğini artırmıştır. Bu bağlamda modernitenin totaliter vasfı diğer alanlarda olduğu gibi militarist, işgalci ve sömürgeci içeriklerle de kendisini göstermiştir.

Zaten modernite ontolojik olarak Tanrı’nın yerine insanı, epistemolojik olarak da bilimi merkezileştirmiştir. Hatta daha da ileride, ürettiği bilgilerde neredeyse kesinlik iddia ettiği için buna itiraz eden insanları da “hakikate itiraz ediyorlar” şeklindeki bir mentalite ile itham etmiştir. Esasen sömürgeci mantığında ortaya çıkan “size medeniyet getiriyoruz” cümlesiyle özetlenebilecek mantığı totaliter bir zihniyetle pratize etmiştir.

Elbette Batı dışında müslüman toplumların modern düşünce ile etkileşime girerek kendisini yeniden inşa etmesi olması gereken bir zorunluluk. Ancak Batı dışında ve özellikle Ortadoğu’daki müslüman toplumlarda gelişen öykünmecilik inşayı sağlıklı bir şekilde gerçekleştirememiştir.

Bu anlamda Batı daha çok maddi imkanları ve teknolojisiyle müslüman toplumlarda bir hayranlık üretmiş ve o imkanları elde etme sevdası bir öykünmeye dönüşmüştür. Bu minvalde modernitenin totalitarizmi üzerinden tabiri caizse epey dayak da yemiştir. İşte tam da bu sebeplerle hem Batı ile Ortadoğu arasında oluş(turul)an hiyerarşi sabitlik kazanmış hem de bu müslüman toplumlar travmatik bir psikolojiye bürünmüşlerdir. Aslında Edward Said’in Oryantalizm’inde üzerinde yoğun bir şekilde durulduğu üzere, bu hiyararşi ve travma bir müddet sonra müslümanların kendisinin ürettiği bir gerçekliğe dönüşmüştür. Yani kölenin efendinin yanında dururken kendi konumu ile ilintili olarak hissettiği psikoloji ve neredeyse bunu haklılaştırımı.

Geçen yüzyılın ortalarında açık işgallerle sürdürülen sömürü sona ermiş ve post/kolonyal dediğimiz postmodern bir sömürü biçimi işlemeye başlamıştır. Bu yöntem “batı kafalı” bir kişinin terk edilen ülkeye yerleştirilmesiyle gerçekte hiçbir şeyin değişmediği bir süreç izlemiştir. İslami soslu olarak da gerçekleştirilen bu yönetimler, aslında batılıların sömürülerini daha da kolaylaştırmış görünmektedir.

Bugün gelinen noktada Ortadoğu ve sömürü açısından şu görüntüler izlenebilir. Birincisi, Ortadoğu’da ülke sınırları tekrar değişmeye başladı. Özellikle çatışma ve göçler burada Batı’nın sömürü düzeni açısında yeniden düzenlenmektedir. Anlaşılmaktadır ki, istikrarsızlıklar farklı politikalarla sürdürülecektir. İkincisi, postkolonyal durum ve Batılı yaşam tarzının bu coğrafyada zihni sömürgeleşmeyi derinleştirmesidir. Öyle ki, halklarda eskiden varolan direnç noktaları kaybolmuş görünmektedir.

Bu coğrafyanın insanlarının yaşadıkları travmalar insan ilişkileri, ahlaki tavırlar, öngörülebilirlik vb. açısından gündelik hayatlarında yansımalarını bulmaktadır. Tam da bu sebeple insanlar kendilerini daha çok korumaya almak isterlerken, kutuplaşmaya, kurtarıcı aramaya meyletmektedirler. Buradan çıkışın öncelikli şartı; zihinsel sömürüden kutulmaktır.