Böyle olmaz
Bayram adalettir, demek geliyor içimden. Elimizden geldiğince vicdana yaklaşmak, vicdanı dışarıya, gün ışığına ve geceye çıkarmak, onu sokak-meydan kılmak, hatta hodri meydan kılmak çabası. Öyle olması için herkesin elinden geleni, kalbinden geleni yapmaya çalışması da bayram hazırlığı olmalı…
Topluca yapılan aç kalma eylemi hangi
dinde var? Herne kadar ideal manada yapılmıyor, eşit açlık ve eşit tokluk
sağlanamıyorsa da ona ulaşmaya katkı sunacak tertemiz ve yeninenen bir çaba
değil mi oruç?
Bütün ibadetlerin bir yanı hep adaletli
bir dünyaya katkı sunan anlam ve çabalarla dolu…
Bizim yaşadığımız Ramazan’a dönersek; büyük
hocaların boşluğa bakmaktaki ısrarı, çetrefilli (!) sorulara karşı ürettiği
sözüm ona İslam’ı, bitmeyen esatîr/masal modu, yorumsuz ya da yeni bir şey
söylemeyen, hep gözleri yerde veya boşluğa doğru bakarken yapılan tevatür
aktarımı, aktarımı, aktarımı, nazı, niyazları ve erkekler ağlamaz inancını
derinden sarsan, ağlak tiplerin bitmeyen gözyaşlarına rast geldikçe eskisi gibi
erkek egemen bir Din/Ramazan yaşadığımıza dair ön yargılarımdan vazgeçiyor
gibiyim. Onlar ağladıkça biz kadınlar dik durmayı, dinin, yaşamın direği olmayı
öğreniyoruz. Yalnız ağlama biçimine dair eğitmenlik yapabiliriz. Gerçi onların
yerine emek vermek ve savaşmaktan gözlerimiz yaşarma kabiliyetini kaybetmek
üzere… Herneyse, takılmayalım artık bu
konulara. Bekleme yapmayalım. Devam edelim. Yine
her tv kanalında erkekler anlattı durdu dini. Anlatmalara doyamadılar.
Tekrarlara… Yeni bir şey söyleyememeye… Dinleyenler dinledi. Bayıldı. Ayıldı.
Herkese din algısı, dini yaşamı, Ramazan idraki, Ramazan’ı ihyası, dini, yaşamı
kutlu olsun.
Bu ayda inmeye başladığına ve orucu onun gönderilişine
şükretmek amaçlı, okuma sakinliği elde etmek amaçlı tuttuğumuza inandığımız
Kuran, Kitap en genel, felsefi anlamda nasıl bir mesajla çağlara seslenmiştir? Neden
bir Kitab’ımız olmalıdır? Kitapsız mıdır insan? Kitab’ını okuyor mu? Okuduğunu,
okuyup bitirdiğini, hatmettiğini mi sanıyor? Müslümanların kitaplarını okuma
şekli hakikaten bir okuma mıdır? Telaffuz etmek okumak eylemini tastamam
gerçekleştirmeye birebir karşılık gelir mi? Böylesine, her gün, her Cuma, her
kuran kursunda, her ramazan okunan, hatmedilen bir Kitab’ın toplumu nasıl bu
kadar cahil kalmış, gelişmemiş olabilir? İlim, bilgi, bilim, teknoloji, sanata
doğru varoluşa en üst bir amaç koyan, insana hazır akıl değil, sorgulayarak,
araştırarak inanmasını teklif eden ve zihinsel, bedensel her tür çabasını
ortaya koymasını tetikleyen bir Kitab’ın toplumu olarak İslam toplumları
kitaplarını yansıtan hayatlara mı sahipler? Din ve Kitap onlara ahirete, ötelere
inanın derken dünyayı, şimdi’yi olanca gücünüzle inkâr edin, dünya hayatı için
hiçbir çaba sarf etmeden salt ibadet edin, kendiniz için bencilce yatırımlar
yapan zenginler gibi sevap biriktirin, ibadetlerin toplumsal etki ve
sonuçlarını, ruhlarını boş verin mi demiştir? Dememiş midir? E peki neden böyle
yaşamaktadırlar?
Artık bunları ve buna benzer biriktirdiğim, sürekli
artan ve değişen diğer bütün soruları sormayacağım. Hayatımız boyunca dönüp
toplumumuza bunları sorduk. Cevapsız kaldık…
Hepsini denize attım soruların.
Herkes adı belli, etiketli veya adsız, sessiz kendi
yoluna devam edecek nasılsa. Nasılsa “senin dinin, yolun, yordamın, yöntemin,
bakışın, yaşayışın sana, benim ki bana diyen ince çatallanmalar, makaslar, yol
ayrımlarını görecek, görüyor nasılsa…
Artık gökyüzüne bakacağım.
Sana da bana da bakıp duran gökyüzü ile gözlerimi
birleştireceğim.
Sen de baksana! Sanki gökyüzü yekpâre kanat. Kuşlar
makaslıyor. Ve çakılıp kalan, artık ahenkle dönmeyen, fırıldaklaşan dünyaya
uçmayı atıyorlar küçük küçük. Özgür düşünmeyi, bağlılığın yaşattığı istediği
kadar özgür olmakla, bağsızlığın yaşatacağı istemediği kadar özgür olmak
arasında bir yere… Atıyor kuşlar: kırparak göğü…
İçlerinden biri – muhtemelen adada serpilmesine ve
aşık olup evlenmesine vesile olduğum yüzüklü martıydı bu- kalbime kondu ve
fısıldadı: “Hayırlı bayramlar! Böyle olmaz sevgili anneciğim. Toplumsal bir tövbe, değişim yaşamak zorundasınız. Bir
ispat derdiyle yapılan aşırılıklardan, bayraklaştırılan, şova dönüştürülen ve
sade yaşamı, yalın kalpliliği üzen her şeyden vazgeçmek, saf, fıtri, doğal dine
ve yaşama geri dönebilecek şekilde değişmek zorundasınız. Yalnızca kötüden
değil, iyiden bile daha iyiye değişmek...”