Böyle bir güzel sevda...
Geçtİğİmiz hafta içinde annemizi kaybettik. Rabbim rahmet eylesin.
Mekânı Cennet olsun. Dualarını
eksik etmeyen kardeşlerimizden
Allah razı olsun.
Merhume Kayınvalidem Gülizar
Hanımefendi ile 66 yıllık eşi Halil Beyefendi arasındaki muhabbeti görmenizi
isterdim.
Kastamonu’nun küçücük bir
köyünde çok büyük bir aşkı yaşayan ve yaşatan iki sevimli ihtiyar.
Bir aşk, 66 yıl sürer mi?
Ben, o köyde, eskidikçe
güzelleşen bir aşka şâhitlik ettim 30 yıl boyunca.
*
Muhterem Kayınpederim, gözbebeği
eşini toprağa verdikten sonra, “Bir kez
olsun kalbimi kırmamıştır!” deyince…
Aklıma Merhume’nin son
sohbetlerimizden birinde söyledikleri geldi:
“Allah
razı olsun Halil Efendi’den. Bir günden bir güne kalbimi kırmadı, bir günden
bir güne yüzümü yere eğdirmedi. Beni ele güne muhtaç etmedi. Çocuklarıma güzel
bir baba oldu, gönlüme yoldaş, sırdaş, arkadaş. ”
*
Tam 66 yıl önce...Genç evlilik.
Görücü usulü. Tertemiz.
Bu güzel insanların 12 çocukları
olmuş, 8’i hayatta.
Ne sıkıntılar çekmişler, ne acılar
görmüşler, ne yokluklar, yoksulluklar…
Muhterem Kayınpederim anlatır:
“Kıtlık yılları… Açlık kapıda.
Devlet dayanmış, aldıkça alıyor olmayandan bile. Bir de zulüm; ‘Ezan yasağı’ var. Bizim köyün hocasını
aldılar götürdüler, ‘Arapça Ezan’
okudu diye. Her taraf yokluk. Bir de, babadan kalma ev yıkıldı yıkılacak.
Çaresiz gurbet.”
*
Epeyce çalıştıktan sonra köye
dönmüş Kayınpederim.
Evlenmiş.
Yazın “ırgatlık” için köyde,
diğer zamanlarda İstanbul’da, Samsun’da.
Çalıştığı yerlerde yatmış, eve
para göndermiş.
Rahmetli Kayınvalidem de, köyde
ne varsa sahip çıkmış.
Sekiz çocuğuna kol kanat germiş.
Derler ki bizim oralarda,
“Gülizar
dedim mi durup düşüneceksin. Bütün ev işleri, köy işleri onda. Okuması yazması
yok ama her bir hesap aklında. Çocuklarının her birini çiçekler gibi giydirir,
okula gönderir. Evinin hakkına göz dikeni bin pişman eder. Sabahın altısından
gece yarılarına kadar, çalışır didinir. Yemez yedirir, içmez içirir.”
Anadolu Kadını böyledir.
Baştan aşağı çile.
Emek vermeyen sevmeyi nerden bilir?
*
Anlattılar, dinledim:
Kayınpederim, yıkılmaya yüz
tutan baba evinin yerine yenisini yaptıracak kadar parayı biriktirince köye
dönmüş.
Ormanda kesim, köyde tarla, bağ,
bahçe işleri…
Tam sekiz çocuk.
Her birini evlendirmiş, teli,
duvağı, damatlığı ile…
Bir vakitler iki sofra
kurulurmuş köy evinde.
Cıvıl cıvıl çocuk sesleri
çınlatırmış her yeri.
Uzun kış gecelerinde kestaneler,
patatesler közlenirmiş.
Kediler, köpekler, kömüşler,
inekler, öküzler, eşekler, atlar…
Ne güzel bir hayat.
Çocuklar sırayla ormana
giderlermiş kesim işindeki babalarıyla birlikte.
Cumartesi’den Perşembe’ye kadar orada
kalırlarmış.
Cumaları herkes köydeymiş.
Cuma “izin” günüymüş, mübarek günde mecbur kalmayınca çalışmak olmazmış.
*
Kayınvalidem Gülizar Hanımefendi ile Kayınpederim Halil Beyefendi, o sıcacık köy evinin
saygı ve sevgi gören büyükleri.
Anne, babanın birbirlerini
sevdikleri yuvalar huzurla doluyor.
Sevgi kokusu evin her yerine
siniyor.
Ben, 30 yıl evvel o köye ve
bilhassa da o eve adım atar atmaz aldım o güzel kokuyu.
Büyük şehirlerde, çocukları “boş vakitlerde” usulen severler.
Köylerde, kan ter içindeyken de
sevilir çocuklar.
Ben o sevgiyi 30 yıl boyunca
yaşadım.
Çocukluğumda bulamadığımı,
yıllar sonra yakaladım.
Gülizar
Hanımefendi ile
Halil Beyefendi’nin bakışlarındaki
sevgi, “Yaşamak budur işte!”
dedirtirdi bana.
*
O güzelim evin kedisi hiç eksik
olmazdı.
Göğsüme sığınmış kediyle
birlikte uyuya kalmanın keyfi bambaşkaydı.
Odun çıtırtısı,
mutfak, sedir, bir cici kedi ve oyuncaklarına dalmış çocuğun tatlı nefesi.
*
Gülizar
Hanımefendi ile
Halil Beyefendi, sabahın altısında
başlayan günlerinde, bin türlü işlerinin arasında, büyük bir aşk yaşarlardı.
Her gün tazelenen mübarek
aşkları vardı.
Birlikte çalışmak, birlikte
yemek yemek, birlikte çay içmek…
Torunlarla, çocuklar gibi
oynamak.
Birlikte üzülmek ve birlikte sevinmek.
Hastane kapılarına birlikte
gitmek, doktorlardan gelecek haberleri kalp çarpıntısıyla beklemek.
*
Kayınpederim son aylarda tedavi
için İstanbul’a gidip geliyordu sık sık…
Hanımefendisi de, öyle, pencere
kenarında…
Gözü hep yollarda.
*
O gün…
Hafta sonu…
Nefesi iyice daralmış
Kayınvalidemin.
Beyefendisi sabaha kadar sobayı
yanar halde tutmuş, üşümesin diye.
Sabah ambulans gelmiş.
Götürmüşler.
Yoğun bakıma almışlar.
“Halil
Efendi nerede?”
diye sormuş hemşireye bir ara.
Sonra çocuklarını saymış teker
teker.
“Kızım
seni çok sevdim. Ölmez de çıkarsam, çayımı içmeye beklerim.” Demiş Hemşire Hanım’a.
*
Geçtiğimiz günlerde defnettik
Merhume’yi.
Kayınpederim, başında
bekliyordu.
Yanına gittim.
“Süt
satarak biraz para biriktirmiş” dedi.
“Kefen
Parası”ymış.
Anadolu Kadını.
Her bir şeyi düşünecek ille de.
*
Köyden döndük.
Kalanlar telefon etti.
Başında öylece beklemekteymiş…
Bir Kıymetli Beyefendisi..
Bir de Çiçek…
Hanımefendi’nin Son Kedisi.