Bosna özelinde Balkanlar !
Bosna’da Devlet Başkanlığı Konseyinin Sırp üyesi ve Bağımsız Sosyal Demokratlar İttifakı lideri MiloradDodik’in; Dayton Anlaşması’nın uygulanmadığı bahanesiyle Sırp Cumhuriyeti’nin bağımsızlığını ilan edeceğine dair yaptığı açıklamalar, Bosna ve Balkanlarda gerilimi tırmandırdı.
Aslında, Bosna’daki Sırp yetkililer ve
buna mukabil kısık sesle de olsa Hırvat yetkililerin yaptığı “bağımsızlık ve
nihayetinde Sırpların Sırbistan-
Hırvatların Hırvatistan ile birleşme” söylemi uzun bir zamandır yapılıyordu. Son
açıklama, Bosnalı Sırpların en yüksek seviyedeki yetkililerinden biri
tarafından dile getirilmesinden dolayı krizin boyutunu artırdı.
Bölgeyle alakalı herkes biliyor ki,Dayton Antlaşması, Bosna’nın birliğini
gözeten bir anlaşma değil. Boşnakların
güvenliğini ve millet olarak kendi topraklarında devlet olmalarını sağlayan bir
anlaşma hiç değil.
Dayton, üç yıl her türlü katliama
maruz kalan, soykırımla yok edilmek istenen Boşnakların artık cephedezafer
kazanarak topraklarını Sırp işgalcilerden kurtarmaya başladığında ABD öncülüğünde Batı’nın, Boşnaklarıtehdit ve
dayatmayla masaya oturtarak sağladığı geçici bir antlaşmaydı.
Üç yıl boyuncaakıllarına “barış” gelmeyen, Müslüman Boşnakların
katledilmesini izleyen ve hatta “taraflara ambargo” diyerek Boşnakların
kendilerini savunacak silah almasına bile engel olan Amerika ve Batı, Boşnak Ordusu zafer kazanmaya başlayınca “barış” yapmayı
akletti !
Çünkü onlar, Sırplardan, Avrupa’nın
göbeğinde Müslümanların bir daha asla devlet olarak varlık sürdüremeyecek hale
getirmesini ve bunun içinde katledip yok edebildiğini yok etmesini
bekliyorlardı. Onca katliamı seyretmeleri, Srebrenitsa’da olduğu gibi soykırıma
destek olmaları bu yüzdendi.
Dayton Antlaşması, Boşnakların
kendi devletlerini kurmasını engelleyen ve mevcut savaş ortamını “gelecek bir
zamana kadar” erteleyen geçici bir anlaşmaydı. Bir gün miadının dolacağı o
günden biliniyordu. Sadece buna kim, ne zaman karar verecek o belirsiz. Hangi
taraf yeni cephe açmaya karar verirse, anlaşmayı o bitirecektir.
Taraflar derken bölge ülkelerinden
bahsetmiyorum.
Bölgede Boşnak, Sırp, Arnavut ve
Hırvatlar devlet ve millet olarak varlıklarını sürdürüyor olsalar da, genel
politik durumu belirleyen maalesef onlar değil. Amerika ve Batı ülkeleri için Balkanlar, yüz yıllardırDoğu’ya/Müslüman
dünyaya set çekilecek, iş gücü ve belirli ürünleri sağacak ve vekalet savaşı
sürdürülecek alan olarak görülüyor.
Balkanlar üzerine ciddi bir eseri olan
Maria Todorova’nın da değindiği gibi Batı, Balkan milletlerini Hristiyan olsa
bile hor, hakir ve ikinci sınıf insan olarak görmeye devam ediyor.
Bu noktada AB’ye dahil edilmeleriyle
alakalı bir not eklemek gerek. Bu anlayışa sahip Avrupa için, Balkan
ülkelerinin AB üyeliği normal şartlarda mümkün değil. Fakat Türkiye başta olmak
üzere Doğu’ya set çekme mantığıyla baskın gelebilir. Siyasi ve askeri
çekişmeler arttıkça ve o zaman için hala AB topluluk olarak duruyor olursa -ki
bu da zor görünüyor,- Balkan ülkelerini Karadağ ve Makedonya’dan başlayarak
AB’ye dahil etmeye çalışabilirler.
Bu manada Balkanlarda etkin olan ve
politika belirleme gücüne haiz birkaç ülke var. Avrupa’nın koçbaşı ülkesi Almanlar
uzun zamandır ekonomik yatırımları ve sessiz ama derin politik hamleleriyle
Balkanlarda etkin bir güç. Rusya Slav hamiliği üzerinden Balkanları, Batı’ya ve
Doğu/ Türkiye’ye politik hamle alanı olarak görüyor.ABD ise Balkanlardaki
üsleriyle, siyasi ve askeri tahakkümünü korumaya ve politikalarını dayatmaya
çalışıyor.
Türkiye,
daha önce bölgede yaşanan gelişmelere neredeyse sadece seyirci olarak
izliyordu. Son on senedir ülkemizin
milli politikaları, emperyalist dayatmalara direnmesi ve hinterlandında aktif
dış politika yürütmeye başlamasıyla bölgede oyuncu hatta bazı noktalarda oyun
kurucu olmaya başladı.
Bölgede savaş, ancak bu güçlerin istemesiyle
başlar. Kim hangi nedenle ve ne zaman Balkanları yangın yerine çevirmek ister bilemeyiz. Fakat yeniden dizayn edilmek
istenen dünyada, Balkanlarla ilgili yakın zamanda bir şeylerin olacağını
düşünüyoruz.
Türkiye olarak bölgeye olan tarihi
İslami ve insani ilgimiz, geçmişte yaşanan acıların tekrarlanmaması ve
bölgedeki Müslüman kardeşlerimizin geleceğe güvenle bakmaları gayesiyledir.
Bunu gerçekleştirmenin en önemli adımı ise,özellikle
Boşnaklar ve Arnavutların birbirleriyle olan ilişkilerini her açıdan geliştirmeleri,
Boşnak ve Arnavutların siyasi, askeri, ekonomik, sosyal ve kültürel
faaliyetlerle bu kaynaşmayı gerçekleştirmeleri gerekiyor.
Misyon temsilcilikleri ve birçok STK
eliyle bölgede gerek yardım gerek eğitim noktasında çeşitli faaliyetler yürüten
Türkiye, bu konuda çeşitli organizasyonların, gerekirse öncülüğünü yapmalı ve
devletlerarası ilişkilerin belirli bir seviyeye gelmesi için çaba sarf
etmelidir.
Arnavut, Boşnak ve Türkler olarak hepimiz,
aynı inancın ve tarihin emzirdiği milletler olarak kaderi ortak, geleceği de
aynı kader hasrı içinde yaşayacak milletleriz.
Geçmişte Tito’nun Müslüman milletler
için uyguladığı böl-parçala, kontrol et, politikasının tezahürü olarak, uzun
bir zaman Boşnak ve Arnavutlar arasında sınır değil adeta kıtalar var gibiydi.
Bu sınırları fiili olmasa da gönüllerde hızlıca yıkma zamanı. Nüfus, siyasi ve askeri güç anlamında denge
ancak Arnavutlar ile Boşnakların birlikte bir blok oluşturmalarıyla
sağlanabilir. Bu gerçekleştiğinde dışardan bölgeye dair plan yapanların
hesabı bozulacaktır.