Boşluk ve düşme hissi
Hayatın gereksizliklerden arındırılmasına dair bir söylem ara ara hepimizin dilinde gezinir.
Fakat çoğumuzun başaramadığı bir şeydir bu. İçten içe anlamsızlığa karşı hep bir savaş varsa da gündelik yaşamımıza baktığımızda pek çok yavanlığa, boş işlere tenezzül ettiğimizi görürüz.
Ömrün törpüsü bu olmalı. Boşa giden hayatın baş mühendisi: boş işler, anlamsız şeyler.
Boş insanlar, geyik ve hatta bufalo-bizon muhabbeti boş eşya, boş okuma, boş seyir ve saire…
Fakat kimi hayatlara baktığımızda bir sadeliğin başarılmış olduğuna tanık oluruz. İmreniriz.
Doygun halleri bizde hayranlık bırakır. Kendi telaşlarımız, yorgunluklarımız akla gelir. Kıyas yaptığımızda üzülürüz.
İhtiyacın sınırları, lüksün sınırsızlığı arasında maddi değerlerin her bir ögesinin olmazsa olmaz şeklinde sunulması, reklamların arsızlığı, küresel etkileşimin hayat değerlerini özgün ve kendine has olmaktan çıkarıp, katıp katıştırarak benzer ve aynı kılması, hangi şeyin hayatımız için gerekli, anlamlı, dolu olduğunu, hangisinin anlamsız olduğunu ve hayatımıza almamamız gerektiğini seçmede büyük sorunlar yarattığı bir gerçek. Kabul. Hayatımızı seçmiş olmuyoruz çoğu zaman. Sadece seçmiş gibi oluyoruz. Bu yüzden aniden “Siz! Evet siz! Gerçekten kendi seçimlerinizi mi yaşıyorsunuz, yoksa?” sorusu gelse hemen kendi içimize sineriz. Soru hiç de magazinel olmadığı halde, yanlış seçimlerden açılmış yaralarımız acır ve sorgucuyu “boş işler kovalayan muhabir” gözüyle tersleyesi gelir. Halbuki biz kendimizizdir bunu soran. Bu işin aslını arayan. Bu işin peşini bırakmayacağını düşünüp duran. En çok ta geceleri…
İşin aslı çok ta kolaymış gibidir. Neden başaramadığımıza akıl sır ermez.
Sanırım bunun için her şeyden önce, hayatımızı en önce anlamlı kılan şeylere sonuna kadar açmak gerekir. Ki bunun dışında hiçbir gereksizliğe ne yer, ne zaman, ne enerjimiz kalmış olmasın. Bir anlamsızlık çaldığında kapımızı, zil arızalı olmuş olsun. Kalbimizde yokmuşuz gibi nefesimizi tutup çekip gitmesini beklemiş olalım. Defolduğunda içimizde halay çekmiş, sevinçten deli deli oynamış olalım.
Böylece hayatımıza, aklımıza, ruhumuza, bedenimize bir değer katan şeyler, her ne iseler dolu/yararlı/güzel/nitelikli olan şeylere zaman, enerji kalsın. Gün, gece kalsın. Sıra tam onlara geldiğinde “çok yorulmuş, bitkin, kızgın, uykulu” olmamış olalım.
-Kendisini ilgilendirmeyeni terk etmesi o insanın olgunluğuna işarettir.- anlamındaki bir hadis ne güzel hatırlatıyor kendisini tam bu aşamada. Ondan önce de şu ayet: “Onlar ki, boş ve anlamsız şeylerden yüz çevirirler.”(23/3)
Bir şeyin dolu olması/boş olmaması onun anlamlı olması ise, hayatımızın tümünde nasıl bir anlam var, hayatımızda en anlamlı şey nedir ve bir anlam veremediğimiz halde ısrarla yapmaya devam ettiklerimiz nelerdir? gibi soruların tümünden, yeniden bir sınava girme zamanı geldi sanırım. Rahat olalım. Kimsecikler değil, sadece biziz gözetmen. Bir de inanıyorsak O!...