Boş konuşma!
Bir arkadaşım, odasının duvarına koskocaman yazı asmıştı:
“Boş Konuşma!”
Lâf ettiğiniz için pişmanlık duyduğunuz çok fazla olmuştur, “sükût ettiğiniz için” ise çok az.
Konuşulması gereken yer de var, susulması gereken de…
Lâkin, denir ya;
“İki kulağımız, bir
dilimiz var. Konuşmaktan çok dinlemeli
insan.”
Gözleriyle ve kalbiyle de okumalı.
Merhum Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinden:
“Selâmetini sağlayan sûkut, seni pişman edecek sözden
elbette ki daha hayırlıdır. İmanın esası
dilin muhafazasındadır. Çok konuşmak kalpteki Allah’ın nurunu yok eder.
Kalbi karartır ve katılaştırır. Dilini
tutabilen, kalbini Allah’ın zikrine adayan, Allah’a şükreden kullara müjdeler
olsun.
Sırrına cimri olan
celil, malına cimri olan zelil olur.
Sırrı bilmeyen ve önemini kavramayana sır perdesini açma.
Soranların bütün sorularını cevaplandırma. Kimseye ayıplayarak, azarlayarak
hitap etme, aksi halde sen de ondan karşılığını duyarsın.
Cahile aklının
ermeyeceği şeyleri sakın söyleme, zira seni yalanlar.
Unutma ki, hikmetin
senin üzerinde hakkı vardır. Ehli olmayandan hakkı koru. Zayi olmasına ancak böyle mani olabilirsin.
Akıllı kimse cahile iyi muamele etmelidir.
Doktor hastasına nasıl davranırsa, akıllı da cahile öyle
davranmalıdır.
Dil konuşursa, gönül
sükût eder. Dil susarsa, gönül söyler.
Söz gümüşse sükût altın olur. Çok konuşan pişman olur.
Dil susunca basiret gözü açılır, akıl artar ve hürriyetine
kavuşur.
Ey insan!
Ey İnsanoğlu!
Konuşursan doğru konuş, söz verirsen de, sözünde dur.
Tatlı konuşmak, yumuşak davranmak insanlara ikramdır. Çok
selâm da insanların sevgisini kazanmaya vesiledir.
Fazla söz kulağı bıktırır.
Fazla gülmek ise güleni hafif meşreb kılar.
Fazla şaka cahilliğin alâmetidir.
Çok gülmek kalbi öldürür.
Boşuna konuşmak cahilliğin alâmetidir.
Dili güzel olanın
kalbi de güzel olur.
Kendisini öven kimse kendisini kesmiştir.
Belâyı getiren üç şey vardır ki bunlar;
1- Ciddiyetten uzak konuşmak,
2- Şakalaşmak,
3- Boş ve saçma sözler söylemektir.”
*
Boş konuşmak.
Gevezelik.
Çenesi düşüklük.
Bir de, kibir.
Hep alâka görmeliyim, arzusu.
“Hayırlı” işimizi haber vermek üzere ziyaret ettiğimiz bir aile
büyüğümüzün sevincimizi paylaşmadığını hissedince çok üzülmüştüm.
Arayıp, niçin böyle davrandığını sormak, biraz da sitem
etmek istemiştim.
“Yedi kat eller
memnun oluyor, sizin yaptığınıza bakınız!” demeyi düşünmüştüm.
Aklıma, “sükût”un
gücü gelince bunu yapmaktan vazgeçmiştim ama “Şeytan” sürekli olarak “Sitemini
dil ile ifade edemiyorsan, bir mesaj gönder, oradan söyle ne söyleyeceksen!” diye
dürtüp duruyordu.
Neyse ki bunu da yapmadım.
Ertesi gün…
O aile büyüğüm aradı…
“Dün gece uykum kaçtı
evlât!” dedi;
“Sen güzel bir haber verdin, ben ise sana çok soğuk
davrandım.
İnan ki, o anlarda aklımda başka şeyler vardı.
Kan tahlillerim hayli sıkıntılı gelmişti ve doktor,
durumumun pek de parlak olmadığını söylemişti.
Ben de epeyce endişelenmiştim.
Gece hastalık için dertlenmenin, endişelenmenin ne kadar mânâsız olduğu telkin
edildi kalbime.
Endişeden sıyrıldım,
eksiğimi gördüm.
Hakkını helâl et ve hayırlı işinde yanında olmamı lütfen
kabul et!”
Ne güzel netice değil mi?
Tepki vermek için acele etseydim, kan tahlili sonuçlarından dolayı
canı sıkkın olan büyüğüm o ruh haliyle büyük ihtimalle ters bir karşılık
verecekti.
Bu da “haksızlığa” uğradığını zanneden nefsime ağır
gelecekti ve ağzımdan pişmanlık duyacağım lâflar çıkabilecekti.
Sustum.
Ne güzel oldu.
*
Boş lâf âfet, yalan felâket.
Yalan söylenmez ve her doğru da her yerde söylenmez, evet.
Bir vakitler içimden geleni “pat” diye söylemeyi “marifet” bilirdim.
Buna da “Dürüstlüğün
gereği bu!” açıklaması getirirdim.
Şimdilerde…
“Dokuz düşün, bir
konuş!” diyorum kalbime ve dilime.
Odasının duvarına koskocaman “Boş Konuşma!” yazısını asan arkadaşımı da muhabbetle selâmlıyorum.