Bolu Beyleri
Bolu
Beyi ve Köroğlu…
Bolu
Beyi’nin gözlerine mil çektiği Yusuf’un
oğlu Ruşen Ali, namı diğer Köroğlu,
zalime düşman, mazluma dost.
Küfür ve hakikat…
Bolu Beyi, her devirde,
her coğrafyada, her kılıkta, her renkte, her dilde…
Bazen
bir şahıs, bazen bir ‘meslek örgütü’, bazen bir devlet, bazen
uluslararası teşkilat, ormanları, insanları ateşe veriyor, insanlığı, hayatı kundaklıyor.
Zalim ve mazlum mücadelesi
kıyamete kadar devam edecek.
Köroğlu
da sembol…
Evlat nöbetindeki aileler de
birer Köroğlu…
Köroğlu’nun
asıl adının Ruşen Ali olması aslında her şeyi açıklıyor.
Ruşen: İşık saçan, aydınlatan
demektir. Ali ise Ehlibeytin büyüğü, ilmin ve cesaretin
sembolü Hz. Ali’dir.
Hz Ali, kalem ve kılıç
erbabıdır; ilmin ve zalime karşı savaşın adıdır.
Köroğlu da sazın ve
kılıcın anlamlandığı bir kişiliktir. Gönül ve cesaretin timsalidir.
“Haksızlık
karşısında susmayınız, susarsanız hakkınızla birlikte onurunuzu da
kaybedersiniz.” diyen Hz. Ali’nin
müntesipleridir, Köroğluları…
Hz Hüseyin, zulme karşı
başını bunun için verdi.
Yezit de yaşıyor…
‘Çağdaş’ bir Bolu Beyi, mazlumlara su
vermemeyi büyük bir icraatmış gibi anlatıyordu, icraatını biraz daha artırmış,
on kat daha vergi alacakmış. Sığınmacıları kovmaktan bahsediyor ve bunu hukuk
adına yaptığından bahsediyor. Sığınmacı
çalışmak istiyor, ruhsat vermiyor, abone açtırmak istiyor açtırmıyor. Eğer
bunlardan da bir sonuç alamazsa daha başka planları da varmış, şimdi
açıklayamazmış. İşin en vahim yanı da bunu alkışlayan azımsanmayacak bir kitle
de mevcut.
Yusuf’un gözüne
çekilen mil, şimdi akıllara, vicdanlara çekilmeye teşebbüs ediliyor.
Bolu Beyi, fonlanmış
medyasıyla, algı yöntemleriyle en masum duyguları iğdiş ediyor.
Bolu Beyi, ülkeler işgal
edip milyonları mülteci durumuna düşürüyor, şehirleri bombalıyor, Aylan Bebeklerin sahile vuran minik
bedenlerini seyrederek viskisini yudumluyor, tıpkı Hz. Hüseyin’in kesik başına sopasını vurarak yemek yiyen melun Ubeydullah
Bin Ziyad gibi…
Yusuf’un gözüne mil
çeken Bolu Beyi, vicdanlara,
akıllara mil çekiyor, çocukları dağa kaçırıyor, ormanları ateşe veriyor,
insanı, toprağı ve hayatı kavuruyor, her olaydan bölücülüğe malzeme çıkarmaya
çalışıyor.
Bolu Beyi, her on yılda
cuntalar eliyle icraatına icraat kattı, sermayeyi renklendirdi; kendinden
olmayanı yeşille işaretledi, kendi gibi düşünmeyeni, giyinmeyeni hastanelere,
adliyelere almadı.
Zalimlikte
öyle arsızlaştı ki soruların tamamını doğru cevaplasa bile yanlış kabul etti,
birincilikleri yok saydı.
Emperyalistleri
dost tutu.
Fonlaştılar…
Teröristlerle
koyun koyunalar…
Sığınmacıları
/ mültecileri bugün nasıl ki on kat vergi koyarak kaçırmaya zorluyorsa geçmişte
de buna benzer davranışları olmuştur.
1942’nin
Kasım’nda çıkardığı Varlık Vergisi’yle
azınlıklara ait sermayeyi yok etmek istedi. Vergisini ödeyemeyen yüzlerce
vatandaşı Erzurum Aşkale’deki toplama (çalışma) kamplarına gönderdi.
Ödeyemiyordu çünkü vergiler o kadar yüksekti ki sermayesinin tamamını satsa bu
vergiyi karşılayamıyordu.
Sermaye
ülkeyi terk etti…
Varlık
Vergisi’yle ilgili olarak Başbakan Şükrü Saraçoğlu:
"Bu kanun aynı zamanda bir devrim kanunudur.
Bize ekonomik bağımsızlığımızı kazandıracak bir fırsat karşısındayız.
Piyasamıza egemen olan yabancıları böylece ortadan kaldırarak, Türk piyasasını
Türklerin eline vereceğiz…
Bu
memleket tarafından gösterilen misafirperverlikten
faydalanarak zengin oldukları halde, ona karşı bu nazik anda vazifelerini
yapmaktan kaçınacak kimseler hakkında bu kanun, bütün şiddetiyle uygulanacaktır.”
Çağdaş Bolu Beyi de : “Bu misafirlik çok uzadı” diyor.
Bu
zihniyet, 6,7 Eylül 1955’te de azınlık mallarını yağma etti.
Değişmedi,
tüm melanetini kusmaya devam ediyor. Zalimi alkışlıyor mazluma sövüyor.
Mazlumlar:
“Bizden
selam olsun Bolu Beylerine çıkıp hukuka, adalete yaslanmalıdır” diyorlar.
Adalet;
en güçlü, en doğru intikamdır…