Bölgesel siyaset, mutlak rasyonalite ve Kürt realitesi
İç ve dış politikada karar alma süreçlerini etkileyen iç siyasal, toplumsal, coğrafi, tarihi, hukuki faktörlerin yanı sıra uluslararası hukuk, uluslararası örgütler, uluslararası güç dinamikleri, ulusal çıkar, tehdit, güç, kapasite, kimlik ve aidiyet, karar alıcı gibi birçok faktör bulunmaktadır. İdeal bir dış politika analizi ve devletlerin dış politikalarının temel amacı olan mutlak rasyonalite hususunun da diğer tüm faktörler gibi ayrı ayrı incelenmesi gerekmektedir.
Bu faktörlerden biri olan kimlik de bu analiz sürecinin bir parçasını
oluşturmaktadır. Bu etnik sosyal gruplar birden fazla, nicelik olarak yüksek
veya düşük yoğunlukta veya kimi zamanda azınlık statüsünde olmayabilirler ancak
devletlerin dış politika karar alma süreçlerinde doğrudan etkilidirler.
Özellikle demokratik devlet örneklerinde karar alma süreçlerinin
toplumun her kesiminin katılımıyla olması, farklı etnik grupların hem iç
siyasal hem de dış politika karar alma süreçlerine doğrudan etkileri olduğu
söylenebilir.
Soğuk Savaş
sonrası dönemde uluslararası toplum tarafından kabul görmeye başlayan demokrasi
vurgusu, dış politika karar alma süreçlerini de etkilemiştir. Medyanın da daha
yaygın bir şekilde kullanılması ile iç kamuoyunda dış karar alma süreçlerini
çok daha fazla etkilemeye başlamıştır.
Yine demokratik
yapılarda iç siyasal sisteme ait bürokrasi ve bürokratik siyaset, karar alıcıyı
etkileyen psikolojik ve bilişsel faktörler, iç kurumsal yapıda farklı kurum ve
kuruluşların çıkarlarının örtüşmesi veya çatışması ile bu durumun karar alıcı
üzerindeki etkilerinin de dış politika kararlarını etkileyen unsurlar arasında
yer aldığı söylenebilir.
Uluslararası
örgütler, çok uluslu şirketler veya kişiler aktör olarak kabul edilse dahi
başat aktör halen devlettir. Devletler politika üretirken farklı araçlar
kullanıyor olsalar dahi, mutlak rasyonaliteye ulaşmak tüm devletlerin ortak
amacıdır.
Yirminci
yüzyılda ortaya çıkan kimlik, kültür gibi faktörleri dış politika karar alma
sürecine dahil eden post-pozitivist teorilerde ortak nokta yine mutlak rasyonaliteye
ulaşmaktadır. Mutlak rasyonalite arzusu içerisinde olan devletler için kimlik
kavramı bu çerçevede önem kazanmaktadır. Zira devletlerin karar alırken ve
politika üretme süreçlerinde hiçbir zaman objektif olamamaları dış politikayı
zora sokabilir.
Devletler,
sahip oldukları kimlikler sayesinde kimi devletleri düşman olarak algılarken
kimi devletleri dost kategorisine koymaları doğru bir dış politika ile
açıklanamaz.
Zira Sosyal
Grupların Dış Politikaya Etki Yöntemleri ve PsikoPolitik İnşa Süreçleri Etnisite;
din, mezhep, kabile, klan, ırk gibi toplumsal gruplardan bir tanesidir.
Etnik
kimliğin tarihin derinliklerinden bu yana varlıklarını sürdürdüğü ve biyolojik
bir ihtiyaç olduğunu yaratılıştan gelen bir olgu olarak varsayarsak Etnisite
kavramını sadece millet olarak özdeşleştirmek bir genelleme olarak yanlışlık
meydana getirmektedir.
Birden fazla
etnik gruptan oluşan devletler de çok etnik yapılı devlet kategorisine
girdiğinden etnik kimlik ve
milliyetçilik ilişkisi çok etnisiteli devletler için geçerli bir konu
olmaktadır.
Bu çerçevede
Türkiye’nin ABD, Rusya, Fransa, AB gibi aktörlerle olan ilişkilerinde de Kürt
etnik konusu Türkiye için bir yaptırım unsuru olarak kullanılmaktadır. Genel
olarak bakıldığında Kürt meselesinin Türkiye’nin mutlak rasyonel temelli dış
politika karar alma sürecine engel olduğu yadsınamaz bir gerçektir.
Ancak bu
noktada Türkiye hem bölgesel güvenlik hem de uluslararası ilişkilerde politik
yaptırım sorunu ile karşı karşıya kalmamak adına bu konuda uzlaşmacı ve diyalog
merkezli politikalar üretmelidir.
Özellikle
Kürt gerçeği ve Kuzey Irak ile muhtemel ilişkiler Türkiye’nin Kürt meselesinde
esnek hareket etmesine imkân verecektir. Bu bağlamda Türk dış politikasında
Kürt meselesinin eksileri, Kürt meselesini bir argüman olarak ortaya koyan
aktörlere yönelik olarak karşı Argüman oluşturma yolu ile dengelenmelidir.
Ancak bu argüman her iki taraf için negatif değil Pozitif sonuçlar temelli
oluşturulmalıdır.
İç politikada olduğu gibi dış politikada da rasyonalitenin dışına
çıkarak bazı gerçekleri göz ardı etmek, yok saymak tarihten gelen sorun ve
hastalıkları depreştirmek veya tarihi belirsizlikleri kronikleştirmek anlamına
gelebiliyor.