Bölgesel siyaset, mutlak rasyonalite ve Kürt realitesi-2-
Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunda var olan sorunu Ülkenin yumuşak karnı haline getiren realiteyi doğru şekilde kavrayamadığımız sürece kalıcı bir çözüm ortaya koyma şansımız olamayacaktır.
Sorunu teröre indirgeyen
bir yaklaşım tarzı ile olsa olsa palyatif çözümler üretilebilir. Ama bu sorunu
çözmediği gibi sadece ötelemeye ve hatta kangren haline getirmeye sebebiyet
verir.
Tarihsel arka planında
sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasal olmak üzere dönem dönem farklı tezahürler
gösteren konu kürt sorunu olarak vücut bulmuştur.
Tanzimat yönetimiyle
Feodal yapının parçalanması, Kürt beyleri (emirlikler) üzerinde merkezi
yönetimin güç ve etkisinin artması sonucu Osmanlı’ya karşı ilk Kürt isyanları
çıkmaya başlamıştır. Botan Emiri Bedirhan Beyin 1839 yılında başlattığı isyan,
Sorunu anlamak için önemli ipuçlarından biridir.
Esas itibariyle Kürt
beylerinin Osmanlı’ya sadakatini örseleyecek hiçbir iç sebepten söz edilemez.
Osmanlı’nın İslam şemsiyesi altında devam ede gelen siyasal birlikteliğe
Kürtler açısından mani bir durumda yoktu aslında.
Bağımsız devlet ideali
içinde olmamakla beraber, Kürtler her zaman kendi varlık ve hürriyetlerine
gereken saygının gösterilmesinden ödün vermeyecek ontolojik (etnik) bir
asabiyete sahiptirler. Sosyal ve ekonomik faktörler hiç kuşkusuz Kürt sorununun
önemli bir parçasıdır.
Kürt nüfusun büyük
ekseriyeti için sözü edilen ontolojik asabiyet dini asabiyetle hemhal bir
nitelik taşır. Kürtler dini asabiyet açısından her zaman dikkat çekici bir
farklılık göstermiş ve dini büyük ölçüde ontolojik bir mesele haline
getirmişlerdir.
Milliyetçilik, farklı
etni-sitelere karşı doğasında ontolojik, kültürel ve dolayısıyla siyasal şiddet
unsurlarını barındırır. Bu da milliyetçi kodlarla tebarüz eden milli devlet
modelini bir sorunsala dönüştürmekte, dahası onu sorunun kaynağı haline
getirmektedir.
Türkiye’nin Kürt sorunu,
tarihsel olarak ontolojik (etnik) ve dini asabiyet faktörleri ile milli-devlet
ideolojisinin (milliyetçiliğin) doğurduğu reaksiyoner şartlar içerisinde
muhteva ve şekil kazanmıştır.
Zira Kürt sorunu tarihsel
seyri içinde sadece dini reaksiyonlarla ilişkilendirilebilir olmaktan çıktığı
gibi, ötekileştirici siyaset bu sorunu her halükarda etnik dinamiklere ve
asabiyete açık hale getirmiştir.
Bedirhan Beyin isyanını
müteakip, Güneydoğu’daki Kürt sancaklarının Osmanlı yönetimi tarafından
Kürdistan Eyaleti adıyla gündeme getirilmesi olaya nasıl bağımsızlık fikrini
tahrik edici bir boyut kazandırmışsa, Hamidiye Alayları da Kürt realitesini
sosyal ve siyasal açıdan karmaşıklaştırıcı bir rol oynamıştır.
Kürt isyanlarından sonra
İstanbul’da oluşan Kürt diasporası, eğitim ve sosyal muhit faktörleriyle
milliyetçi ideolojinin etki alanına girmiş, Kürt sorunu giderek siyasal bir
zemin kazanmaya başlamıştır.
1908-1914 döneminde
özellikle Bitlis, Barzan ve Soran’daki Kürt ayaklanmaları da Kürt
milliyetçiliğinin gelişmesinde etkili olmuştur. İslam kardeşliğiyle milliyetçi
tazyikler arasındaki sıkışmışlık, Kürtler için tam anlamıyla içinden çıkılmaz,
zorlu bir realite halini almış gibiydi. Herşeye rağmen din, Kürtleri Osmanlı’ya
kuvvetli bağlarla bağlamaktaydı.
Bu itibarla Kürtlerin
Osmanlı’ya ve hilafete olan bağlılıkları etnik asabiyete her halükarda galebe
çalmaktaydı. Söz konusu bağlılık, devletin laik-modernizasyonuna yönelik
reaksiyonlar üzerinden etnik bir direnişe dönüşüyordu.
Bu direnişin özellikle
Kürtlerden gelmiş olması Kürt realitesinin dinle olan bağını tespit açısından
altı çizilmesi gereken bir noktadır.
Saltanatın kaldırılması,
Birinci Millet Meclisi’nin dağıtılması, nihayet 1924’te hilafetin ilgası ve
Tevhid-i Tedrisat Kanununun çıkarılması ile devam eden süreç karşısında dindar
Kürtler, bu olayları dine/İslama karşı olarak değerlendirmiş, kendilerini İslam’a
sahip çıkma mesuliyetiyle vazifeli saymışlardır.
Dolayısı ile1924-1938
yılları arasında vuku bulan 18 isyandan Menemen olayları dışındakilerin hepsi
Kürt bölgelerinde gerçekleştirilmiştir.
1937’de Seyit Rıza
liderliğindeki Dersim isyanının kanlı şekilde bastırılmasının ardında yatan
refleks daha açık ve net bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
Dersim isyanı, rejimle
dini, ideolojik problemleri olmayan Kürt-Alevileri açısından bile ontolojik
asabiyetin, dolayısıyla hürriyet arzusunun ne kadar kuvvetli bir amil olduğunu
gösterir.
Diyebiliriz resmi devlet
pragmatizmine (veya rasyonalizmine) karşılık Kürt kamuoyunda dini ve ontolojik asabiyet çok daha kuvvetli
bir nitelik sergilemektedir.
Ziya Kürt sorunu ne dini
ne de etnik boyutundan ayrıştırılamayacak iki başlı bir sorundur.
Ancak tarihsel dinamikler
(modernleşme süreci) sosyal, kültürel yapılarla beraber, siyasal, idari
yapıları da aşındırmakta ve dönüşümü kaçınılmaz noktaya getirmektedir.
Küresel/siyasal bir
zorunluluk haline gelen çok partili rejime geçişle birlikte devletle Kürtler
arasındaki ilişkiler de artık farklı dinamiklerin etkisi altına girmeye
başlamış, gerek Ortadoğu’da gerekse bölgemizde jakoben, merkeziyetçi siyaset
anlayışı iktidar gücünü giderek kaybetmeye başlamıştır.
Kürt realitesinin siyasal
alandaki yansımaları da tabiatıyla bu süreçten etkilenmiştir. Bilhassa taşra ve
muhafazakar kesimlerden güç alan, Nakşi şeyhlerinin Kürt halkı üzerindeki
nüfuzlarından yararlanmaya çalışan kesimler Kürt sorununa daha yapıcı bir
yaklaşım içinde olmuş, “demokrasi”ye dayalı bir çözüm arayışının işaretlerini
vermişlerdir.