Böl parçala yönet
Önce Avustralya da Hristiyan görüntülü bir teröriste onlarca Müslümanı, hem de Cuma saatinde cami de öldürttüler. Çok geçmeden, bekletilen Müslüman görünümlü teröristlere; hem de kiliselerde peş peşe bombalar patlattırdılar. Srilanka, Filipinler, Endonezya… Şimdi sırada neresi var, belirsiz. Ya da sırada Hristiyan görünümlü teröristlerle değişik camilere saldırı mı var? Aynı terör örgütünü bugün cami, yarın kilise veya havra bombalamakta da kullanabilirler. Lanet olası terör odağı, emperyalistler için her kalleşlik, her kahpelik mubah…
Tüm bunların, küresel derin bir plan olduğu apaçık değil mi? Ama tüm bu açıklığa rağmen, düşman yine kurguladığı planları uygulamayı başarıyor. Birbiriyle zaten sürtüşmeli olan taraflar, her zaman her yerde bulunabiliyor. Yoksa da kendisi gerekli zıtlaşmayı oluşturuyor ve zıt kutupları oluşturuyor. Çünkü zıt kutuplar birbirini doğal olarak besler ve onları birbirine düşürmek çok kolay olur. Sağcı-solcu, Alevi-Sünni, Arap Türk, Kürt-Türk, Tutsi-Husi, Şii-selefi, selefi-sofi, Müslüman-Hristiyan veya başka isimler…
Gıdaların GDO su değil de, İnsanın GDO su bozulunca değme gitsin. O zaman insan o kadar değişiyor ki, tanınmaz oluyor. İşte bu genlerle oynama neticesinde oluşturulan, son yarım asrın en kullanışlı vekâlet ordusu, DEAŞ olsa gerekir. Tabi bu örgüt durup dururken ortaya çıkmadı. Üzerinde onlarca yıl çalışılmış bir planın eseridir. Necdiye hareketi olarak, Osmanlıyı yani ümmeti parçalamak isteyen güçler tarafından başlatılan plan, zaman içinde değişik evreler yaşadı. Vahhabilik, selefilik, tevhid, gureba, ışid, ve derken deaş…
Başta Çanakkale olmak üzere kimi savaşlar da düşmanın, Pakistan, Hindistan gibi ülkelerden, taşradan nice Müslüman evladını kandırarak, Müslüman kardeşlerine karşı savaştırdıklarını duymakta ve okumaktayız. O dönemler, medya denen bir güç yoktu. İnsanlar ancak şifahen fiziki duyu organlarıyla duyduklarıyla öğrenebildikleri kadar öğreniyorlardı. Mesela Çanakkale savaşında, bu şekilde hilafet merkezini koruyup kollamak yalanıyla İslam ordusuna karşı savaştırılan Müslümanların, nice kayıplardan sonra, sabah vakti karşı cepheden gelen ezan sesiyle işin farkına vardıkları ve akabinde sağ kalanların saf değiştirerek İslam ordusuna katıldıkları malum.
Ama şimdi Müslümanların evlatlarının genleriyle öyle oynanmış ki, göre göre bile bile Müslüman kardeşiyle savaşıyorlar. Öldüren de tekbir getiriyor, ölen de… Öldürende de İslami kisve görüntünün her rengi mevcut, ölende de… Aldatılma; fikir, düşünce, hatta akideye kadar sirayet etmiş. Öyle ki, güya İslam için gözünü budaktan sakınmayan ümmetin çocukları, kendi anne babasını, kardeş bacısını ibadet kastıyla öldürebilecek duruma getirilmiş. Nasıl mı? Genlerine “tekfir hastalığı” zerk edilerek.
Ümmet içinden ta 1350 yıl önce türetilen Şia malum. Var olduğu günden beri İslam’a ve Müslümana karşı, gizli aşikâr, savaşmaktadırlar. Tabi yine “İslam adına” ümmet, Şia’nın bir sebe-i, Yahudi projesi olduğunu zaman içinde öğrenip alabildiği kadar karşı tedbirler aldı. Ama bundan takriben üç asır önce türetilen “Vahhabilik” çok ustaca “selefilik” ünvanlıyla yarım asra yakındır, ümmetin evlatlarını çok sinsice ve derinden zehirliyor.
Şiilikte olduğu gibi, onun zıt kutbu görünümündeki Vahhabilikte de tekfircilik en üst perdede… Kendinden başkasını kâfir kabul edince, zaten onun; ırzını, kanını helal, malını ganimet, kadınlarını cariye görüyorlar. Kâfir olanlara karşı bir tepki yok. Çünkü onların projesi… Ama Müslümanı mürted gördüğü için, onunla savaşmayı öncelikli görüyor. Kendince buna bolca gerekçe de bulabiliyor. İçerdeki mürtedler temizlenmeden, dış düşmanla savaşmak sonuç getirmez. Onun için önce mürtedler temizlenmeli…
Kısacası ümmeti Muhammedin, bu vekâlet ordularıyla başı daha çok ağrıyacağa benziyor. Şimdi çok daha uyanık olma vaktidir. Düşman bu denli kullanışlı bir gücü keşfettikten sonra, onu istediği gibi kullanmaktan geri durmayacaktır. Hoş, zaten düşmanın artık eskisi kadar, insan gücü zaten mevcut değil. Çünkü batı bir asır öncesinden başlattığı modernite, nüfus planlaması (aslında nüfus kıyımı) sonucu, içten içe erimektedir. Zaten şu anda işgallerde kullandıkları güçlerin büyük bir kısmı, lejyoner askerlerdi. Yani oradan buradan devşirdikleri paralı askerlerdir. Yüreğimizi serinleten en büyük ümit, “Zalimin planı varsa, mazlumun Allah (cc) ı var.” Ve “Düşmanın planı ne kadar derin ve büyük olursa olsun, Allah (cc) ın planı her zaman daha derin ve daha büyüktür.” Allah (cc) u Ekber ve lillêhil hamd… Ahsbunellahu ve nimel vekil… Subhaneke... Bihamdike... Esteğfiruke...