Boğaziçi'ni kim karıştırıyor?
Lise ve üniversite yıllarım öğrenci olaylarının tavan yaptığı zamanlardı, bir nevi heba oldu, bir bakıma eğitici oldu.
Üniversitede olay denince, kimin eli
kimin cebinde şıppadak anlarım.
Boğaziçi’nde ne döndüğünü çok iyi anlıyorum.
Türkiye’yi karıştıranlar ta 1830’lardan
beri aynı kesimlerdir, bunlar Türkiye’yi karıştırmada,
Türkiye’ye çelme takmada şerbetlidirler.
Bu meşrep, bu gelenek, nesilden
nesile intikal eder, sürer gider.
Bunlar
iflah olmazlar.
Türkiye’nin yediği her darbenin ardında, her fırıldağın altında bunlar vardır.
Türkiye’yi tökezleteceklerini azıcık
hissettiklerinde hemen devreye girerler, hep hazır kıtadırlar.
Onlar için “Tökezlemiş Türkiye, en iyi Türkiye’dir.”
Bunlar, kozmopolittirler.
“Kozmopolit”, hiç bir ulusa ait olmayan demektir.
Bunlar için, “Türkiye’ye ait olmamak” iftihar vesilesidir.
Türk’ün töresine, örfüne, adetine,
kıyafetine, yemesine, içmesine sonsuz uzaktırlar.
Bu kesimler, ta 1830’lardan beri
iktidarların zımni-derin ortağıdırlar ve hep imtiyazlar edinmiş, Türkiye’nin
kaymağına çöreklenmiş, çökmüşlerdir.
İmtiyazları, ayrıcalıkları hep
sürsün, hep daha fazlası gelsin, hep ballı-kaymak yesinler, bir dedikleri iki
edilmesin, arsızlıklarına hep katlanılsın, isterler.
Hatırlarsınız, bu kesimlerden bir
havayolu şirketi, bir seçimde hava alanının her yerine “ampulü söndürün” broşürü astırmış, bir diğeri gezi militanlarına
otellerini açmıştı.
Medya,
diplomasi, bürokrasi, akademi, sanat dünyası ve ekonomi ağırlıklı olarak bunların
avuçlarının içindedir.
Halkın seçtiği iktidarlar, bunların
ayağına basmaktan özellikle imtina ederler.
Bu kesimin militanlarından ÇYDD
Başkanı Türkan Saylan “Bizim onaylamadığımız hiçbir
şeyi, istediği kadar çoğunluğu olsun devlet veya hükümet onaylayamaz”
demişti.
Bu alenen bir meydan okumaydı.
Saylan, şecaat arz ederken, sirkatin söylüyordu.
Kendilerini “Devlet ve hükümetin üstünde” görürler, böyledirler de...
İsmet Paşa’nın Menderes’e “Seni ben bile kurtaramam” dediği kesim
bunlardır.
İşte “Boğaziçi”ni bunlar karıştırıyor.
Mesele, çıkar çarklarının eski hızda
dönmemesi, artık eskisi kadar “Rabbena
hep bana” olmamasıdır.
Sanmayın ki hadise öğrenci
sorunlarıdır. Öğrenci sorunları ile uzaktan yakından alakası olmaz, olamaz.
Öğrenci sorununu çözmek için, LGBT, DHKP-C,
PKK, PYD gibi araçlara ihtiyaç yoktur.
Bunlar, arkadan gelen “sufle” ile
start alırlar. Mâlum, Biden bunlara geçenlerde bir göz kırpmıştı.
Bunlar 19. yüzyılın sonlarında
Türkiye’yi sıtmada tutmuşlardı.
Abdülhamid için “diktatör, diktatör” diye yeri göğü inlettiler.
Yüz yıl sonra akıl daneleri Yalçın
Küçük’ten itiraf geldi:
“Bu isimleri kim veriyor pek
araştırma gereği duymuyoruz. Bizim icat
ettiğimize inanıyorduk, daha önceki bir çalışmamda Sultan Hamit’e “Kızıl Sultan” adını Büyük Britanya İmparatorluğunun
taktığına işaret etmiştim.”
Günaydın!
Eskiler, “Bade harab-ül Basra!” (Basra harap olduktan sonra!) derlerdi
Peki bugün diktatör ismini kimin verdiğini biliyor musunuz?
Muhtemeldir ki, yüzyıl sonra aynı
itirafı tekrarlayacaksınız.
Boğaziçi’nden
ülkeyi sıtmaya sokmaya çalışıyorlar.
Alışmış kudurmuştan beterdir.
İflah
olmazlar, Türkiye’nin kara yazısıdırlar.
1856’da, 1909’da, 1960’ta, 1971’de,
1997’de, Gezi’de, 15 Temmuz’un bir yerlerinde hep bunlar oldular .
Son
tangoları Boğaziçi...
Aysbergin derinlerinde de, global para tröstü, Wall Street, Biden,
Soros, Rockefeller, Netanyahu’lar olduğundan hiç şüpheniz olmasın...
Yine
Türkiye’ye kibrit çakıyorlar!