Boğaziçi'nden görünenler
Boğaziçi üniversitesinde gelişen olayları bir
boyutuyla Türkiye’de genel olarak üniversiteler meselesiyle ele almak, diğer
boyutuyla Osmanlı’dan beri devam eden modernleşme süreci ile Türk
modernleşmenin doğası, batılılaşma, sınıflaşma; hasılı siyasal, sosyal, kültürel
ve ekonomik tartışma ve gelişmelerle bağlantılı olarak analiz etmek problemin
daha iyi anlaşılması açısından bir zorunluluktur.
Türkiye’de üniversite meselesinin “rektör
atamaları” gibi tikel bir konunun çok daha derinlerinden beslenen meseleleri
vardır. Dolayısıyla “rektörler seçimle mi yoksa atama ile mi işbaşına gelsin”
sorusu, “bir üniversite nasıl olmalı” sorusu cevaplandırılmadan anlamlı olamaz
kanaatindeyim. Doğrusu bir üniversite mensubu ve rektörlerin iki türlü işbaşına
gelme biçimlerini tecrübe etmiş bir kişi olarak aralarındaki farkın yansımalarını
görebilmiş değilim. Bu, rektörlerin seçimle işbaşına gelme şıkkına itiraz
ettiğim şeklinde anlaşılmamalıdır. Fakat seçimi dillendirenlerin nasıl bir şeyi
kastettikleri belli değildir. Bu zamana kadar seçimlerde öğrencilerin tercih ve
oy kullanması zaten söz konusu olmamıştır. Ancak meselenin buraya kilitlenmesi,
toplumun tipik bir şekilde “tekil”likler etrafında gruplaşması tavırlarının bir
başka versiyonu gibi durmaktadır.
Burada yapmaya çalıştığım analizlerin
öncelikle Boğaziçi Üniversitesi’nin ağırlığını azaltma ya da görmezden gelme
şeklinde okunmaması gerekir. Çünkü böyle bir niyet içinde değilim. Fakat
bilimsel bağlamda bazı kıpırdanışlar olsa bile, henüz Türkiye’nin
entelektüelleri olan üniversite mensuplarının yeni teoriler geliştirme ve bu
teorileri uluslararası dolaşıma sokma anlamında bir çıtayı yakalayamadığını
(gerçeklerden kaçmak istemeyenler için önemlidir) belirtmemiz gerekir. Boğaziçi
Üniversitesi de bunun bir istisnası değildir. Ümidimiz ve hedefimiz böyle bir
düzeyi yakalayabilmektir.
İlgili
olduğum sosyal bilimler alanında, daha çok Avrupa menşeli sosyal bilimcilerin
açıklama modelleri olan teoriler üzerinden bir okuma yapıldığını acizane
söyleyebilirim. Üniversiteler evrensel bilgi üreten mekanlardır ancak
üniversite mensubu entelektüeller kendi ülkelerindeki sorunlardan (yerelden)
hareket ederek evrensele doğru ürettikleri bilgiyi bir “mekan”a (toprağa)
yerleştirmek durumundadırlar. Bu açıdan kendi toplumlarına değmeleri öncelikli
bir zorunluluktur. Boğaziçi Üniversitesi’nde olayların gelişim seyri önemle ve
özellikle bu yerlilik meselesi üzerine durmayı icbar etmektedir. Ancak dikkat
ederseniz, konunun en önemli boyutu hiç merkeze alınmamaktadır.
Aslında konuyu Boğaziçi Üniversitesi’nin
toplumda tartışılma bağlamı üzerine yoğunlaştırmak gerekirse, içiçe girmiş
birkaç genel sorunun burada görünür olduğunu söylemek mümkündür. Birincisi,
Osmanlı’dan beri devam eden modernleşme hareketlerinin genel niteliği yukarıdan
aşağıya bir nitelik taşımasıdır. Modernleşmesinin bu niteliği Boğaziçi
Üniversitesi’ndeki olaylar süresince daha net görünür olmuştur. Toplumdaki bir
takım eleştirilerin alttan alta bu zihni arkaplana itiraz ya da onu kabulden beslendiğini
görmekteyiz. İkinci önemli nokta, yukarıda bahsettiğimiz yerlilik meselesidir.
Boğaziçi Üniversitesi’nde açılan pankartlardan, gösterilerin içeriği ve
söylemlere kadar bu problem de görünür olmaktadır.
Ancak üçüncü bir nokta var ki, bu da hangi
mesele olursa olsun toplumdaki tartışma kültürünün zayıflığı ve kutuplaşmanın
belirginlik kazanmasıdır. Şurası bir gerçek ki, içinde yaşadığımız toplumda
sağlıklı olarak tartışmamız gereken ciddi meseleler bulunmaktadır. Fakat
tartışma kültürü, ideolojik angajmanlar ve kutuplaştırıcı söylemlerin baskın
olduğu bir ortamda gerçekleşememekte ve nihayetinde anlıksal çözümlerle
meseleler aslında bir sonraki tartışmalara kadar dondurulmaktadır. Fakat
sağlıklı konuşma ve tartışmanın ertelendiği her bir durumda, geleceğe daha
dolambaçlı hale gelmiş sorunlar yumağı taşınmaktadır. Umarız akl-ı selimle
mesele çözülür.