Boğaziçi'nde neler oluyor?
Öğrencilerin eğitim-öğretim hakları elinden mi alındı? Hayır. Üniversite kapısından içeri alınmayan öğrenciler mi var? Hayır.
Melih Bulu, öğrenciler aleyhinde bir söz mü sarf etti?
Onları tehdit mi etti? Hayır. Hatta LGBT’li öğrencilere sapkın diyen içişleri
bakanına karşın onların özgürlüklerini savunuyorum dedi.
Peki, akademisyenler
arasında ayrımcılık mı yaptı? Hayır. Kantin fiyatları mı zamlandı? Hayır.
Liyakat sorunu mu var? Hayır. Polis, gösteri yapan öğrencilere “aşağıya bak” mı
dedi? Hayır.
Buradan bir gezi çıkar mı? Elbette hayır.
O halde nedir bu kopartılan gümbürtü? Günlerdir sokaklarda “Kayyım rektör hesap verecek” şeklinde
atılan basit ve bayağı sloganların amacı nedir? Kim kime hesap soruyor?
Ne yani rektörün Cumhurbaşkanı
tarafından atanması hukuka uygun değil mi? Üç yıl önce 2547 sayılı
Yükseköğretim Kanunu'nda yapılan değişiklikle bu yetki cumhurbaşkanına verildi.
"Devlet ve vakıf üniversitelerine rektör,
Cumhurbaşkanınca atanır” denildi. Yani ortada yasal bir düzenleme var.
Tamam, buna rağmen
öğrenciler bu yasal düzenlemeye karşı olabilirler. Ve protesto haklarını
kullanabilirler. Bu ülkede yasaların belirlediği çerçevede herkes
demokratik hakkını sonuna kadar kullanabilir. Kullanabilmelidir de.
Bu onların neterörist olduğu anlamına gelir ne debaşları
küçükken ezilmesi gereken birer yılan.
Ne var ki bu tür ortamlar tarihin her döneminde bizzat terör
örgütleri tarafından kullanılır. Ve ağına düşürdükleri gençleri kışkırtmak
suretiyle ülkede bir kaos ortamı oluşturmaya çalışırlar.
Öğrenci ve terör gruplarını ayırt etmek ise kuşkusuz
güvenlik güçlerinin ve istihbarat servisinin uzmanlık alanıdır.
Burada siyaset, medya
ve sivil toplum dünyasına düşen sorumluluk olaylara sükûnetle yaklaşmak ve
topyekûn yargılardan kaçınmak olmalıdır. Üniversiteyi Amerikancı terör yuvası
bir okul olarak takdim etmek doğru bir yaklaşım değildir.
Neticede 15 bin öğrencisi olan bir üniversitede olaylara
karışan yaklaşık 500 kişi. Onların da büyük bir kısmı Boğaziçili değil. Belli
ki terör örgütlerinin de devreye girmesiyle, ciddi karışıklık çıkarmak isteyen
birileri var.
Mesele artık rektör meselesi olmaktan çıkmış siyasetçilerin
kavgasına dönüşmüş durumdadır.
Müslümanların
kıblesine yapılan saygısızlığı bile göremeyecek kadar düşünme melekeleri dumura
uğramış bağnaz siyasetçilerin, akademisyenlerin ve sanatçıların yaşadığı bir
ülkede bu meseleyi çok yönlü tartışmak ve nihayete erdirmek durumundayız.
*
Bakınız bu ülke ne rektörler gördü;“Hükümet yüzde 95'le gelse bile bazı kurumlar izin vermez” diyerek
tehdit edenlerden, CHP kürsüsünde hükümete eleştiri yaptıktan sonra rektör
olanlarına, başörtülü öğrencileri kapıdan içeri almayan despotlarına hatta bir
oyla rektör atananlarına varana kadar ne hukuksuzluklar yaşandı.
Bugün yeri göğü
inleten sözde demokrat, özgürlükçü ve seçim isteyen zevat o gün “kahrolsun
istibdat, yaşasın hürriyet” sloganları attı mı? Tam tersi bu işleri pek
bilimsel, akılcı ve ilerici buldu!
Beni asıl üzen, bugüne kadar gençlere ve onların
eğitimlerine, gelişmelerine yönelik dişe dokunur bir çalışma yapmayan, gayret
göstermeyen, proje üretmeyenlerin hemen her gün gençlik elden gidiyor
feryatlarıdır.
Elli yıldır “Asımın
Nesli” diyorlar ancak ortada onlar için ürettikleri kayda değer hiçbir şey yok.
Kimse bu ülkenin okullarında yetişen gençler nasıl oluyor da kolaylıkla terör
örgütlerinin aparatlarına dönüşüyor diye sorgulamıyor.
Onları terörist demek kolaycılığına düşmeden asıl “biz
nerede hata yaptık” demeleri gerekmez mi?
Gençler, elli yıldır
kör ideolojilerin tuzağında azılı birer militana dönüştürüldü. Bu ülkenin üniversitelerinde
okuyan bir genç kendi ülkesine karşı PKK saflarında savaşacak ve orada ölecek
kadar nasıl zehirlenmiş olabilir?
Ve hangi eğitim düzeneğinde bu hale geldiler? Asıl
sorgulamamız gereken burası değil mi?
Bu gençler bu ülkede doğup büyüdüler ve hepsi buranın
çocuklarıdır. Onlara kızmak ve babalarına şikâyet etmek ya da terörist olarak
yaftalamak yerine kendimizden uzaklaştırmamanın ve onları anlamanın yollarını
arasak daha yerinde bir iş yapmış olmaz mıyız?