Bizse…
Ne zaman bir savaş olsa beni çağırıyorlar;
Ne zaman bir ziyafet olsa Amr’ı çağırıyorlar.
ZEYD
Merhametin çocuklarıyız, doğuştan duygusalız, göz pınarlarımız her an akmaya hazır, ıslak olduğu için elimiz, neye dokunsak hep kayıp düşüyor, daha baştan kaybediyoruz. Doğmadan hatta… Muhtemelen çok hesap kitap yapmış babaların mağlup ettiği titrek sesli babalar ile mantığının peşinden giden mutlu annelere yenilmiş mahcup annelerin evlatlarıyız. Dünyevi yenilgilerin çocuklarıyız, uhreviyatı meçhul olsa da… Muhtemelen oğlağız, kovayız, balığız, koçuz… Tıpkı babalarımız gibi konar-göçer, gök meraklısı bulut; tıpkı annelerimiz gibi kıt kanaat, sabırlı, içli, gözlerinde gerçekleşmeyen umut… Olmuşa da olmamışa da aynı bakıyor gözlerimiz, biraz da çaresizlikten. Zalimin zulmüne de kötülüğün gelmişine, geleceğine de yan bakıyoruz aslında, her zulüm yarıp geçiyor içimizi, her haksızlık dumanlar yükseltiyor yürek odamızda. Ama biz kadere doğuştan inanıyoruz.
Dünyanın bir hali var, böyle gelmiş, böyle gidiyor. Her su kendi mecrasında akıyor. Biz kenar süsleri, kıyı kumları, küçük çimenler; ana sayfalar, büyük dalgalar, koca ağaç onlar… Biz köylüler, işçiler, prolar; şehirliler, konsüller, asiller onlar… Üç nesil geçmesi gerekirmiş kenar süsünün, kıyı kumunun ana metne dönüşüp büyük dalgalar yaratması için, belki hatta bir asır diyorlar... Değil üç nesil, on nesil, on bir nesil, tek bir saat bile bekleyecek gücümüz ve tahammülümüz yoktur. Gücümüz ancak kendimize yeter, tahammülümüz olsa olsa kendimiz kadar.
Yanılgılarımız biraz da karşılıksız sevmekten galiba. Öylesine, içimizden geldiği gibi severiz, sevgi kelimesini unutarak boyuna. On kere yanılsak bile sevme konusunda, on birincideki tereddüdü unuturuz bir daha. İşte öyle severiz insan kardeşlerimizi. Dün kazık atanı bugün bir daha çağırırız gönül soframıza, gönlümüz dünyadan da atılan kazıktan da kazık atılma ihtimallerinden de geniştir nasıl olsa. Affeder geçeriz bir kalemde, açarız yeni bir sayfa, yazarız yeni bir metin daha. Nefret yorgunluk verir diye düşünürüz, öç çaba ister, kıskançlık yorar… Sevmek kolay gelir, af huzurludur, imrenmek dinlendirir. Kim uğraşacak büyük işlerle canım benim, kim bekleyecek mevkiler, makamlar, mansıplar, tüketir insanı biteviye uzayan istikbal kuyrukları… Yürüyene göre hem, daha çok takılmaz mı koşanın ayakları?..
Severiz yaşamayı da üstelik. Her anımızdan keyif almaya çalışırız üstüne üstlük. Pürüzsüz nefes almanın fiyakası yok mu, şükrederiz görünmeyen buluta bile. Elbet vardır her daim zihnimizin köşesinde çözümsüz bir ağrı, vardır bizim de sırtımızda ağır yükler dağ dağ. Şikayet etmez de değiliz; ederiz hem de okkalısından, otururuz sonra köşeye çekilip, derinden bir ah çekeriz, titretiriz hatta göğü bile… Kahrımız kendimizedir fakat alınmasın kimse, ürpeririz hatta ahımızın dumanı onların kirpiklerine dokunur diye. Şükür, biraz da yoksullukla mı ilgili ne? Yetinme nasıl da yakışıyor Allah’ın kuluna?..
Şans gülmez mi bize, kısmet gelip bulmaz mı arada bir bizi de? Elbette gelir, elbette bulur bulmasına ya, duygusallığımız var ya, o her işe cacık; canımız, ciğerimiz, tuzumuz, biberimiz duygusallığımız alır götürür onu da… Az bir idare etmeli insan derler haksızlık olunca, olur mu deriz, biz burada, bu şekil, insan olarak kurulmuşken zamanın böğrüne; sabretmelidir derler zulüm görününce, susmalı insan alkışlamasa bile… Sabır bunun için mi deriz, çıkar bağırırız ortalığa, kimse yokmuş, bütün kulaklar tıkalıymış ya da ne çıkar; ne ki çer çöp kayıt tutar belki söylediklerimize… “Gelen ağam giden paşam” de, açılsın kapılar sonuna kadar derler, ağam da belli paşam da der, güler geçeriz onlara da…
Bizse, böyleyiz işte. Babalarımız böyle yaptı, kaybetti; annelerimiz böyle yaptı, kaybetti; ne olur ki kaybetsek biz de… Elimizde kalır neyi tutsak. Her şey biter, duygusallığımız kalır geriye. Aşımıza, dişimize, düşümüze katık yapar eğleniriz onunla. Durmazlar ama onlar, dokunurlar ona bile. Söz verir tutmazlar, safızdır. Özleri başka sözleri başka, suç bizdedir, neden görmedin ki?!. Duygusal davranma derler, aklını çalıştır; insanlığını ortadan kaldır, vahşetini sür piyasaya der gibi, akıl sadece pragmatizmden ibaret bir muşamba ha?..
Anadolu tosunudur adımız; bizimkilere göre evin danası, ötekilere göre fark edilmeyen çöp gibi bir şey, her an patlamaya hazır filiz olsak da… Memleketin her yerindeyiz, her mevsime uygunuz, her toprağa gideriz. Ne akvaryum balığıyız ne saksıda özenli çiçek… Bildiğin yaban gülü, bildiğin başı karlı dağların mor sümbülü… Abuzer’dir bir yerde adımız, toprağım denir bir başka yerde, düz ovada yoz dağlı, su kenarında yağız delikanlıyız… Her sabah bir yerlerde, bir şeylere uyanır, her gün bir yerlerde, bir şeylerle uğraşır, her akşam bir yerlerde, bir şeylere dalar gideriz. Savaşlarınıza da çağırmayın bizi, gelmiyoruz ziyafetlerinize de. Bizim savaşımız kendimizle, bizim sofralarımız yeter bize.
Hüzünden bir kamış, kamıştan bir gölgeyiz be, yapay güneşlerinizle dokunmayın gölgemize…