Bizi kim birbirimize düşman etti?
Hafta sonu yoğunluğumdan dolayı 3 gün telefonumu elime alamadım. Bu üç gün içinde kıyametler kopmuş. Benim güzel ülkemde ne fırtınalar esmiş. Esen rüzgarın etkisi bir çok dalları kırmış. Hoş olmayan pankartlar açılmış, arkasında birçok spekülasyonların olduğu söylemlerle yine ortam hareketlenmiş.
Avrupa rüzgarlarla boğuşurken, esen yeller evlerin çatılarını uçurtup, otobanların kapanmasına sebep olurken, ülkem de esen fırtınalar da yüreklere telafisi zor olacak acıları oturtmuş. Artçı sarsıntılarını gelecek günlerde göreceğimiz depremleri yaşatmış. Gelecek nesillerimizi daha da karamsarlığa itmiş.
İçinde bulunduğum gruplarda söylenenleri, gazete haberlerini ve köşe yazılarını okumakla geçti bir sabahım. Akşam oldu ve yenice bilgisayarımın başına geçebildim. Belki bir saat de bilgisayarımla bakıştım. Başlayıp başlayıp sildim. Olmadı tekrar yazdım. Bir türlü nereden başlasam karar veremedim. Zamanın nasıl aktığını bile fark edemedim.
Aleyhimizde şahitli olan, bir daha tekrarı olmayan zaman ne kadar da çabuk geçti. Arkada ya gözü yaşlı, haklı ama mutsuz ya da anı değerlendirme derdinde olup güzelliklerin peşinde olan insan kalacaktı. Tam da bu nokta da devamlı söylediğim bir sözüm aklıma geldi.
Ben haklılığı değil mutluluğu seçtim. Mutlu olmak herkesin hakkı. Hakkın verilmediği alındığı bir gerçekti. Lakin hak alınırken güzel bir şekilde talep edilmeliydi. Alınamıyorsa zorbalık yapılmamalıydı.
Hak arayan bilmelidir ki haklının hakkını alacağı bir alem vardır. Doğru hareket yaptıktan sonra sabreder ve sonucu hakkını alabilecek güce teslim ederse, daha az üzülecektir.
Aciz olmak, hakkını alamamak elbette çok zordur. Bunun mücadelesini veren bir kadın, vahyin sayfalarında örnek gösterilir. Hatta bir sureye ismi verilerek, haklı mücadelesi kutsanır.
Hakkını arama derdinde olan kadın alemlerin sahibine sığınmış, hakkını direk ondan almayı beklemiştir. Beklediği de olmuştur. Hak Teala, kocası hakkında şikayet eden kadının başvurusunu kabul etmiş, kocasına ağır cezalar vermiştir. Eğer yapmazsa, emre itaat etmeyenler için acı bir azap olduğunu belirtmiştir.
Rahman, Tevbe suresi 71. Ayetinde inanıp güvenen erkek ve kadınların birbirinin velisi yani yakın dostu olduğunu, iyilikte yardımlaşmalarını, kötülükten de uzak kalmalarını, bunu da birbirlerine hatırlatmalarını emretmiştir.
Hal böyle olunca, bu kadar zor mudur hayatı paylaşmak? Birbirini anlama derdinde olmak?
O kadar yazılanlara, kadınların ve erkeklerin hassasiyetleri nedir bilmelere rağmen, nedendir bu kadar tartışma?
Bu hafta sonu seminerlerimdeki söylemlerimin özeti şu şekilde oldu;
“Herkes evlenir ama aile olamaz. Aile olmak istiyorsanız, eşlerinizi seviyorsanız kalbinize, sevmiyorsanız tırnağınıza koyun. Tırnağınızı hiç derinde kestiniz mi? Acısını ta ciğerinizde hissedersiniz değil mi?
Acıyın eşlerinize. Merhamet edin. Sevin ki sevilesiniz. İlgilenin ki, ilgi bulabilesiniz. Saygı duyun ki saygı göresiniz. Ve en önemlisi güvenin ki güvenilesiniz. Güvenin olmadığı yerde hayat yoktur. Anlamaya çalışmak, emek vermekle ve nezaketi terk etmemekle elde edilir...”
Aile olmak böyle bir şeydir. Acısını ta yüreğinde hissedebilmek. İnanın bana geçimsiz ne kadın ne de erkek vardır. Onu anlamayan ve idare edemeyen bir erkek ve kadın geçimsiz yapar. Bundan dolayı “Aile olmak idare etmek” demektir.
Hasılı, geçinmeye gönlü olan idare eder. Hayat, idareciler için bir çok sürprizlere gebedir. İnanın kadın da erkek de çok basit varlıklardır. Sadece sevilmek, sevildiğini hissetmek, güvenmek, güvenildiğini hissetmek, saygı görmek, sayıldığını hissetmek ister. Sevilen, güvenilen, saygı duyulan kadınında erkeğinde eşine veremeyeceği hiç bir şey yoktur.
Sahi, bu kadar basit olan kadını ve erkeği kim bu kadar komplike bir varlık haline getirdi???