Bizi bu cehennemden kurtarın!..
Gazze’de 160 gündür yaşanan soykırım sürecinde, bölgede yaşananları aktarmak için medya aracılığıyla bilgi veren Filistinli Doktor Fadya Malhis, dün yine bir televizyon kanalına bağlanarak orada yaşananları âdeta özetledi.
Tıpkı,
“Diğer Müslüman ülkeleri sahura Ramazan
davulcularının sesleriyle uyanıyor. Onları uykusundan Ramazan davulcuları
kaldırıyor. Ancak biz Gazze’de dehşet verici ve korkutucu bombalama sesleriyle
sahura kalkıyoruz. Bilginiz olsun diye söylüyorum. Problem yok. Biz 5 aydır
oruçluyuz” açıklamasıyla insan olanın yüreğini kanatan Filistinli çocuk
gibi...
*
Dünya
bir pembe dizi izler gibi Filistin’deki soykırımı izlerken orada hayatta
kalmayı başarabilenlerin umudu her geçen gün tükeniyor. Bu tükenişin içinde
yaşama tutunmaya, vahşice yaralanan insanları tedavi etmeye gayret eden
Filistinli Doktor Fadya Malhis,
katil İsrail’in 5 aydır süren vahşi soykırımı karşısında susanlara inat feryat ederek,
Gazze’nin içinde bulunduğu çaresizliği haykırıyor... Her tarafı mahvedilmiş,
can pazarının yaşandığı bir yurtta nasıl susulabilir ki...
Yüzde
90’ı yıkılmış...
Ne
altyapı var, ne de yaşam...
Ne
elektrik var, ne de su...
Hiçbir
şey yok...
Sadece
açlık ve ölüm var...
Bir
de şakır şakır akan kan...
Bomba
sesleri fasıla vermeden devam ederken; Filistinliler aç biilâç Ramazan orucu
tutuyor...
Burası
Gazze, paran olsa bile hiçbir şey, ama hiçbir şey bulamıyorsun... Şansın yaver
gider bulabilirsen patatesin kilosu 35, yeşil soğanın 25, bir çuval un 1000
(bin) dolar. Dedik ya, o da bulabilirsen, bulmak yetmez, cebinde paran varsa...
5
aydır iş yok...
Aş
yok...
Var
olan sadece, İsrail’in bitmek tükenmek bilmeyen katliamları...
Filistinliler
ya İsrail’in bombaları altında, ya da açlıktan ölüyor...
Gelen
yardımları alabilmek için koşanlar, avını bekleyen akbaba misali İsrail
tarafından bombalanıyor... Kendisinden vazgeçip, çocukları için bir umutla
yardım alabilmeyi deneyen 400 kişi hunharca katledilirken, 1007 kişi hayatta
kalabilme mücadelesi veriyor...
Karadan
gönderilen yardımlar Mısır tarafında çürümeye bırakılırken, bir de havadan
yardım tiyatrosu çıktı son günlerde... Uçaklardan atılan bu şov malzemeleri,
rüzgâr sebebiyle ya İsrail tarafına, ya denize, ya açlıkla sınanan Gazzelilerin
üzerine, ya da güneş enerjisinden başka enerji kaynağı olmayan hastanelerin
güneş enerjisi kaynağının üzerine düşmekte... İlaçsızlığa, doktorsuzluğu rağmen
yaralarının sarılmasını bekleyen Gazzeliler çaresizlik içinde ölümü beklemekte...
*
İsrail
bombalarından kurtulan hamile kadınlar beslenemedikleri bebeklerini
kaybediyor... Emziren kadınlar memelerine süt gelmediği için yavrularını
emziremiyor... 30 bebek açlıktan öldü, ölmeye devam ediyor... Gazze âdeta
kimsesizler mezarlığını andırıyor...
Filistinli
Doktor Fadya Malhis sözcükleri boğazına düğümlenerek, “Türkiye’den Allah razı olsun. Biz sizi, siz de bizi çok seviyorsunuz.
Ne olur bizi bu cehennemden kurtarın. Yalvarıyorum...” feryadıyla Gazze’de
yaşanan vahşeti özetliyor.
Geçtiğimiz
günlerde Doğu Akdeniz’in Filistin sahilinde liman şehri Yafa’da bir konferansta
konuşan Haham Eliyahu Mali, İsrail ordusunda görev yapan askerlere, “Bugün bir bebek, yarın bir savaşçı. Bugünün
teröristleri, daha önce yaşamalarına izin verdiğiniz çocuklardır. Teröristleri
yaratanlar aslında kadınlardır. Gazze’de herkesi öldürün...” çağrısı
Filistinli Doktor Fadya Malhis’in feryadının şiddetini insan olanın beynine
çivi gibi çakıyor...
Doktor
Mahlis’in feryadını dinlerken Srebrenitsa’da yaşanan mezalim geliverdi
aklıma...
1991’de
Slovenya ve Hırvatistan’ın bağımsızlığını ilan etmesi, Yugoslovya
Federasyonu’nda çözülmenin başlangıcı oldu. Ama asıl problem Bosna-Hersek’in 3
Mart 1992’de bağımsızlığını ilan etmesiyle ortaya çıktı. Boşnakların bağımsız
bir devlet haline gelmesini istemeyen Sırplar Saraybosna’yı kuşatıp, şehri
bombardımana başladılar. Çatışmalar hızla bütün Bosna-Hersek’e yayıldı. 1995
yılının Temmuz’unda Avrupa’nın ortasında yaşanan katliam tüm insanlığı dehşete
düşürmeye yetti. Srebrenitsa’da Sırp paramileter güçler tarafından 8372 kişi
birkaç gün içinde katledildi…
Dün
Srebrenitsa’daki soykırımın daha şiddetlisi bugün Gazze’de yaşanıyor...
*
TARİH BİZİ ÇAĞIRIYOR
Mevlânâ
Celâleddîn-i Rûmî, “Dua’sız, üşürmüş yürekler; / Sana bir dua eden olsun, /
Senin de bir dua ettiğin, / Bilemezsin hangi kırık gönlün duasıdır, /
Karanlıklarını aydınlatan, / Sana ummadık kapılar açan, / Bilmezsin kimin için
ettiğin duadır, / Seni böyle ayakta tutan” dizeleriyle bizlere ne güzel öğüt
veriyor. Mevlânâ’nın bu ifadeleri Boşnak bir teyzenin sözlerinde mâkes bularak
gönül hanemizi gül bahçesine çeviriyor. Hikâyeye bütün benliğiyle tanık olan
Prof. Dr. Tufan Gündüz’den dinleyelim...
Bu
anlatacaklarım Bosna Hersek’te bizzat yaşadığım bir olay. Bu hadiseyi Bosna’da
bulunurken, orada görev yapan askerlerimizden bizzat dinledim.
Bizim
orada görev yapan askerlerimiz küçük istihbarat evleri şeklinde görev
yapıyorlar. Asıl büyük birimler Saraybosna’da bulunuyor. Burada toplanan haberleri
de Saraybosna’daki Avrupa Birliği Barış Gücü (EUFOR) bünyesinde görev yapan
komutanlığa bildiriyorlar. Fakat bizim Mehmetçiğimiz özel olarak yardıma muhtaç
köyleri, okulları dolaşıyorlar. Eksiklikleri ve yardım edilecekleri listeyle
tespit ediyorlar. Daha sonra Türkiye’den paketlenen yardım kolileri askeri
kargo uçağıyla ihtiyaç sahiplerine ulaştırılıyor.
Bir
gün Mehmetçikler yine bir köye gidip, listeye göre dağıtım yapıyorlar. Köyün
ileri geleni diyor ki, ‘Biz size listeyi
verdiğimiz sırada yardıma muhtaç olanlardan bir teyzeyi unutmuşuz. Teyzenin evi
de biraz tepelik yerde, köyün dışında. Lütfen onun da ihtiyaçlarını giderebilir
misiniz?’ Mehmetçiklerimiz ‘hay hay’
diyor. Kar diz boyu, subaylarımız güçlükle de olsa ulaşıyorlar. Kapı
çalındığında onları karşılayan teyze daha açar açmaz, ‘Türk müsünüz?..’ diye soruyor. Onlar da ‘Türküz’ deyince, ‘Geleceğinizi
biliyordum’ diyor.
Bizim
geleceğimizi Afganistan’daki, Somali’deki, Katar’daki, Irak’taki,
Azerbaycan’daki, Suriye’deki, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ndeki,
Arnavutluk’taki, Lübnan’daki, Bosna Hersek’teki, Kosova’daki, Libya’daki
mazlumlar biliyor. En zor günlerinde onları darda, zorda bırakmayacağımızı
hissediyor.
İşte
biz “İyi dost; iyi günde çağrıldığında,
kötü günde çağrılmadan gelendir” düsturunun gereğini yapıyoruz. Bizim
sancağın gölgesi onların üzerine o kadar kuvvetli düşüyor ki, biz oralara
gitmek zorundayız. Bosnalı teyze bizi nasıl bekliyorsa, onun gibi milyonlarca
teyze bizi bekliyor. Çünkü tarih bizi çağırıyor. 600 yıl bu bölgede hüküm
sürmüşseniz ve 1000 yıl bu topraklarda hâlâ ayakta kalmışsanız, başı
sıkışanların size sığınmasından doğal bir şey olamaz. Bu bizim tarihi
görevimiz. Bundan kaçamayız. Türkiye bırakmak istese, o halklar Türkiye’yi
bırakmaz.
“Bizim Kosova’da, Libya’da... ne işimiz mi
var?..” diye soranlara “işte tam da
bunun için” cevabını verebiliriz.
*
Bosna’da
bir sempozyumda dolayısı ile bulunuyordum. 22 -23 yaşlarında bir delikanlı
yanıma geldi. Tanıştık, koklaştık. ‘Hocam size bir şey anlatmak istiyorum.
Sizin televizyonda hislenerek anlattığınız hikâyeyi seyrettim. Hoca çok
abartmış diye düşündüm. Defalarca seyrettim. Sonra Bosna’ya bir gidip göreyim
dedim. Müslümanlarla gayrimüslimlerin karışık yaşadığı Visoko şehrine
yerleştim.
Bir
gün Müslüman aile yanıma geldi. ‘Bizim
cenazemiz var sizi oraya götürmek istiyoruz’ dediler. ‘Neden ben?..’ deyince, ‘yaşlı
bir amcamız vardı, vefat ederken beni bir Türk defnetsin’ dedi. Fakat ben
cenaze namazı kıldırmayı bilmiyorum ki. Sadece Fatiha okumayı biliyorum. Cenaze
merasimine iştirak ettim ve Fatiha okuyarak o amcanın vasiyetini yerine
getirdim. Hocam işte bunları birebir yaşayınca, sizin anlattıklarınızın abartı
olmadığını anladım’ dedi.
Evlad-ı
Fatihan Bosna’da, Muhammed İkbal’in evlatları Pakistan’da, Şeyh Ahmet
Sünusi’nin, Ömer Muhtar’ın torunları Libya’da, bugün Filistin’de İsrail zulmü
altında inim inim inleyenler tarihi sorumluluğumuz gereği bizi çağırıyor,
çağırmaya devam edecek.