Bizi biz yapan İslâm’dır soy ve ırk değil
İstanbul’un fethi; hem İslâm, hem de insanlık tarihinde özel yere sahiptir. Hiç tartışmasız çağ açıp çağ kapatan bir fetih. Belki de Mekke’nin fethinden sonra, en önemli fetihtir. Bu sebepledir ki, Resulullah (sav) bu büyük olaya asırlar öncesinden dikkat çekmiştir: “İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, o ordu ne güzel ordudur.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 335; Buharî, et-Tarihu’l-Kebir, I, 81 ve birçok kaynak)
Resulullah'ın (sav) 8 asır öncesinden yaptığı bu müjdeyle, sahabilerin hem genel fetihler, hem de İstanbul fethine motivasyonları artmış, en zor durumda dahi onlara moral kaynağı olmuştur. Ayrıca sahabelere yüksek bir ideal oluşturmuştur. Bu ideal sayesinde ki, sahabe döneminden itibaren, birçok defalar İstanbul fethedilmeye çalışılmıştır.
Sonraki kuşaklarda da bu ideal devam etmiştir. Nice emirler ve komutanlar bu müjdeye nail olmak için fethin kilometre taşlarını döşemişler. Emeviler ve Abbasiler döneminde yapılan İstanbul muhasaralarına Osmanlılar da devam etmiş ve İstanbul’a yedi sefer düzenlemişlerdir. 1453’te Fatih’in düzenlediği seferle İstanbul fethedilmiştir.
Ancak şunu unutmayalım ki, tüm fetihler gibi, İstanbul fethinin de ana cevheri; iman ve İslam’dır. Çünkü insanı insan yapan İslam olduğu gibi, tüm fatihleri fatih yapan da yine İslam’dır. İslam’dan önce, cahiliye insanlarının ne halde olduğu malumdur. Tüm insanlar, adeta çapulcu, eşkıya ve vahşi idiler. Bazı istisnalar olsa da istisnalar kaideyi bozmaz.
Ne zaman ki İslâm geldi, o eşkıyalar evliya oldu, vahşet çağı, devr-i saadete dönüştü. Bu gerçeği bir ayeti kerime şöyle tasvir eder: “Hep birlikte Allah'ın ipine (İslâm'a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın. Allah'ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan da sizi O kurtarmıştı. İşte Allah size âyetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız.” (Âli İmran, 3/103 )
Bazı sahabelerin tanışma ortamında; Selman’ı Farisi’nin (ra) “Ben de İslâm oğlu Selman'ım” diye kendisini tanıtması hayli manidardır. Selman (ra) sonra gözleri dolarak şöyle hitap etti: “Ben dalalette, sapıtmış bir insandım, Allah beni Muhammed Mustafa (sav) ile hidayete erdirdi. Ben fakir, yoksul bir insandım, Allah beni Muhammed Mustafa (sav) ile zenginleştirdi. Ben basit bir köle idim, Cenab-ı Hak beni Muhammed Mustafa (sav) ile özgürlüğüme kavuşturdu. Benim soyumu-sopumu öğrenmek mi istiyorsunuz? Ben de İslâm oğlu Selman'ım”, dedi.
Ömer (ra) da bu sözleri duydu, ayağa kalktı, topluluğunun yanına geldi. Onlara dedi ki, benim de soyumu-sopumu öğrenmek istiyor musunuz? Ben de Ben de İslâm oğlu Ömer ve İslâm oğlu Selman'ın kardeşiyim, dedi. Kaldı ki Ömer (ra) Bu gerçeğe çok daha öncesinden daha mânidar ifadelerle dikkat çekmiştir. “Allah bizi İslam ile aziz kıldı, artık biz Allah’ın dışında izzet ararsak O bizi tekrar zelil eder.” (Hâkim 1/61 Tarık b. Şihab’dan)
Şu halde, çöl bedevilerini, insanlığın efendisi Sahabeler yapan İslam’dır. Selahaddin Eyyubi’yi Kudüs fatihi yapan cevher İslam’dır. Elbette ki Fatihi fatih yapan cevher de yine İslam’dır.
Tarihi zaferler ve fetihleri işlemek, birçok açıdan önemlidir. Hem neslimize, ecdadının tanıtılması, hem de nesillerin yüreklerinde cihad ve şehadet sevdasının diri tutulması açısından da önemlidir. Dolayısıyla sadece Mekke’nin, İstanbul’un, Diyarbakır’ın fethi değil, tüm fetihleri de kutlayalım ve canlı tutalım.
Ancak her İstanbul’un fethi, Malazgirt zaferi vb. tarihi zaferleri işlerken çok yoğun bir şekilde soy ve ırkın ön plana alınması, doğru değildir. Aksi halde nesillerde iman cevheri yerine ırk ve soy cevherinin öne çıkması sonucunu doğurur. Nitekim “Diriliş Ertuğrul” “Kuruluş Osman” vb. dizilerde de aynı hatalar bariz olarak gözlenmektedir.
Mazlum İslâm coğrafyasında neredeyse tüm mazlumlar, ümidini Anadolu coğrafyasına dikmişken, “ümmet ruhu” ve “kardeşlik şuuru” yerine, belli bir ırk ve soyu ön plana çıkarma, ümitleri yok edebilir. Irki temayül böyle devam ederse, ümmeti ayağa kaldırmak mümkün olmadığı gibi bizim ayağa kalkmamız da başka bir bahara kalır. Şu hadisi unutmayalım: Irkçılığa çağıran bizden değildir. Irkçılık uğrunda savaşan (mücadele eden) bizden değildir. Irkçılık üzere ölen bizden değildir. (Ebu Davud)